Düşünce hayatımızda önemli ve özgün bir yeri bulunun Mehmed Âkif üzerine çeşitli bakış açıları bulunmakta. Âkif’in ufkunun genişliği, ya da kavramları kullanmadaki farklılığından kaynaklanan bir durumdur bu. “İstiklâl Marşı” şiirindeki “Ebediyen sana yok, ırkıma izmihilâl” dizesinden yola çıkarak Âkif’in bu deyiş ve yaklaşımıyla Türk kavmiyetçisi olduğuna ve Türkçülüğü savunduğuna dair bir düşünce ileri sürülmektedir. Kimi zaman yazılarımızdan ötürü muhatabı olduğumuz soruların başında gelen bir dizedir bu. “İstiklâl Marşı bütünlüğü içinde bile özü itibariyle bu dizenin çok fazla bir önemi yoktur. Âkif’in düşüncesinin genel bütünlüğü göz ardı edilerek bir tek bu dizeden yola çıkarak, günümüz kavramsal yaklaşımıyla “Türk milliyetçiliği” merkezli bakışla bir yorum getirilmektedir. Bir sanatçı ve bir düşünür, düşünceleri eserinin ve hayatının bütünlüğü içinde ele alınmadıkça sağlıklı bir sonuca varılamaz.
Yeniden Safahat okumalarımızdan sonra, Âkif’e birçok açıdan bakarken bu yönüne de bakışımızı çevirdik. Kendisine ilişkin tanımlamalarda da belirleyici ve keskin vurgularda bulunur. Bir bakıma sanatının ve düşüncesinin bakış açısını ve ruhunun özünü eserlerinde görüyoruz.
“Hayır hayal ile yoktur benim alışverişim…
İnan ki: Her ne demişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek.
Sözüm odun gibi olsun; hakîkat olsun tek.”
[1]
Âkif bir İslâm şairidir, gerçekçidir. Özellikle şiir ve düşüncesinde öz itibariyle samimi bir yoğunluktadır. “İstiklâl Marşı”nda geçen “ırkıma yok izmihilal” göndermesi kavim anlamında değildir. Onda “ırk” kavramı “Millet” eksenlidir. “ırk” ile “kavim” kavramlarını birbirinden ayırır. Millet ise İslâm’ın bütünlüğünü ifade eder.
Safahat’ın “Süleymaniye Kürsüsü” kitabında bir yeryüzü gezisi yapar Âkif. İyi bir gözlemcidir, gözlemlerinde de nesneldir. İnsanlığın durumunu, milletlerin genel hallerini bölümler ve tablolar halinde ortaya koyar. Burada kendisini zorlamadan nesnel bir bakış getirir, yorumlar. Onların çeşitli alanlardaki duruşlarını irdeler. Bir Müslüman şair olarak farkları ortaya koyar. Bu bakışta medeniyet topraklarımızdaki kimi aksamalara dikkat çeker. Özellikle fen, adalet ve kalkınma bölümlerinde ise eksiklerimizi dile getirir. Öz eleştiri yapmayı bilir. Sorunun dinden değil günümüz Müslümanlarından kaynaklandığını dile getirir. Özellikle Japonlardan ve Almanlardan etkilenir. İslâm’ın dışındaki milletleri toptan yadsımaz. Bir yeryüzü gezisi yaptıktan sonra gezisini bitirir yurda döner. Yaşanan değişikliklerin ve içinde bulunulan durumun toz dumanı içinde bir şaşkınlık yaşar. Her şey ters yüz olmuştur. Bu dönüşünde İttihat ve Terakki öncülüğünde gerçekleştirilen II. Meşrutiyet sonrası kargaşada birçok duruma göz atarken, özellikle günümüz tanımlamasıyla Türk milliyetçiliği eksenli duruşa önemli eleştiriler getirir. İttihat ve Terakki öncülüğünde kavmî dalgalanmaların getirdiği sürecin tehlikelerini görür, gelecekte olacakları sezer. Çünkü Mehmed Âkif’e göre İttihat ve Terakki hareketinin kendisi kavim eksenlidir. Bu tehlikeleri ilk anda fark eder.
“Hâkimiyet ne imiş, öğreniniz kıymetini.
Yoksa onsuz ne şu dünya kalır İslâm’a, ne din…
Kuşatır millet-i mahkûmeyi hüsrân-ı mübin.
Müslümanlık sizi gâyet sıkı, gayet sağlam.
Bağlamak lâzım iken, anlamadım, anlayamam.
Ayrılık hissi nasıl girdi sizin beyninize?
Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?
Birbirinden müteferrik bu kadar akvâmı,
Aynı milliyetin altında tutan İslâm’ı
Temelinden yıkacak zelzele kavmiyettir.
Bunu bir lâhza unutmak ebedî heybettir.
Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez..
Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez.
Sizi bir âile efrâdı [bireyleri] yaratmış yaradan;
Kaldırın ayrılık esbâbını [nedenlerini] artık aradan.”
[2]
Yukarıdaki dizeler dikkatle okunursa, çok açık bir şekilde, günümüzde kullanılmakta olan milliyetçilik kavramının özdeşi olarak “kavim” olarak görür. “Irk”ı milliyet kavramı içinde değerlendirir. Âkif “ırk” kavramına bu bölümde açıklık getirir. II. Meşrutiyet sonrası olan dalgalanmalardan dolayı son derece rahatsızdır. Osmanlı sınırları içindeki bölünmeleri “kavmi” ayrılık olarak ele alır. Âkif, üslubu gereği birden öfkesini belli eder, şu soruyu yöneltir: “Fikr-i kavmiyeti şeytan mı sokan zihninize?”. Buradaki tutumu oldukça belirginleşir, bunu şeytani bir davranış olarak görür. Kavimleri aynı milliyetin altında ancak İslâm tutar, diyerek düşüncesini açıklar. “İslâm milleti” vurgusu öne çıkar burada. Bunu unutmak büyük bir heybettir. Heybet şiddet içeren bir duruşu simgeler. Bu, bir şaşkınlığın ifadesidir. Şu dizeleriyle konuya açıklık getirir: “Arnavutlukla, Araplıkla bu millet yürümez.. / Son siyâset ise Türklük, o siyâset yürümez / Sizi bir âile efrâdı yaratmış Yaradan; / Kaldırın esbabını artık aradan.” Kavimlerin adlarını anarak, kavimcilik yapılarak İslâm milletinin böyle yürümeyeceğini, özellikle son dönemlerdeki Türklük siyaseti ile hiç olmayacağını özellikle vurguluyor. Kavmiyetçiliği bir ayrılık nedeni olarak görür.
“İşte ey unsır-i isyan, bu elîm izmihihlâl
Seni tahrik eden üç beş alığın ma’rifeti
Ya neden beklemiyordun bu rezil akıbeti?
Hani, milliyetin İslâm idi… kavmiyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
“Arnavutluk” ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri
Arabın Türke; Lazın Çerkeze, yâhud Kürde;
Acemin Çinliye rüçhanı mı varmış? Nerde!
Müslümanlık’ta “anasır” mı olurmuş? Ne gezer!
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor Peygamber,
En büyük düşmanıdır ruh-ı Nebi Peygamber;
Adı batsın onu İslâm’a sokan kaltabanın!”
[3]
“İslâm milliyeti” ile “kavmiyet” kavramlarını keskin çizgileriyle birbirinden ayırır. Merhum babası Tahir Efendi’ye bir seslenişte bulunur. Bu seslenişinde Arnavutluk kavminin kavmi davranışlarını şikâyet eder. Müslüman milletine mensup Arnavut’ların ayaklanması ve Osmanlı’dan kopmasını bir Arnavut olarak içine sindiremez. Kavmî ayrılıkları “Şeriat”te yerinin olmadığını ve hatta bunun “küfr” ile eşdeğer olduğunu ifade eder. Bu kadar önemli bir çıkışta bulunur. Bu daireyi daha da geniş tutarak Osmanlı coğrafyasındaki önemli kavimlere göndermelerde bulunur. Arap, Türk, Laz, Çerkez ve Kürt’leri bir arada anar. Bugünden dönüp geriye bakıldığında Âkif’in gelecek sezgisi ve dikkati öne çıkar. Her ne kadar Âkif gerçekçi olduğunu ifade ediyorsa da bir sanatçı sezgisiyle önemli vurgularda bulunur.
“Kavim” kavramını da “anasır” ile birlikte ele alıyor. Özellikle “kavim” olgusunu Peygamber’in reddettiğini anımsatıyor. Âkif’e özgü bir seslenişle bu tür davranışlar içinde bulunanları “kaltaban” olarak imler, âdeta hakaret eder.
“Artık ey millet-i merhûme, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye üstün mü bu çan?
Ne Araplık, ne de Türklük kalacak aç gözünü!
Dinle Peygamber-i Zişan’ın İlâhî sözünü.”
[4]
İslâm milletini uyarır Âkif. Bu uyarısının ne kadar önemli olduğunu bugünün sonuçlarına bakarsak görebiliriz.
“Medeniyet” kavramını da modern batı düşüncesiyle özdeş görür. Dolayısıyla kavmi hareketlenmeleri de “Medeniyet” olgusunun bir sonucu olarak değerlendirir. Gözlerini batıya çevirerek, İslâm milletinin içine çekilmeyen çalışılan tuzağın farkına varır. Bugünün ifadesiyle milliyetçilik hareketlerinin temelinde Batı medeniyetinin olduğunun bilincindedir.
“Medeniyyet!” size çoktan beridir diş biliyor;
Evvelâ parçalamak, sonra da yutmak diliyor.
Arnavutlar size ibret olacakken, hâlâ,
Ne bu şûride siyâset, ne bu fâsid da’va?
Görmüyor gittiği yanlış yolu, zannım, çoğunuz!
Bunu benden duyunuz, ben ki, evet Arnavudum…
Başka bir şey diyemem… İşte perişan yurdum!...”
[5]
Âkif en belirgin çıkışı kendi kişiliği üzerinde yaparak konuya açıklık getirir. Bu şiir yazıldığı sırada Arnavut’lar Osmanlı devletinden kopmuş bulunuyorlar. Sürecin nereye doğru gideceğinin farkındadır. Kendisini Arnavut kavmi içinde, oraya ait olarak görmez.
Yazı: Ali Haydar Haksal
[1] Safahat, Mehmed Âkif Ersoy, Neşre hazırlayan M. Ertuğrul Düzdağ, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2007, s. 204