Karadeniz Bölgesi denildiğinde bazı özelliklerin daha belirgin olduğunu görürüz.
Coğrafyanın verdiği zorluğu, insanlar dayanışma ve birlikte iş yapma geleneği ile aşarlar. Tarım ile iştigal eden köyün insanı tarlaya, bahçeye bakar her kapıyı araladığında. Köy işleri ağırdır, zahmetlidir ve bir o kadar da çilelidir. Köyün insanı gönül birliği, güç birliği, el birliği hatta kader birliği ederek, tarla-bahçe işlerini, imece yöntemiyle yoluna koyar. Böylece zorlukların üstesinden kolaylıkla gelebilmiş olunur.
Her mevsimde görülen temel geleneklerden en öne çıkanı “İmece Geleneği”dir. Gelenek diyoruz çünkü sonbaharda mısır soyma ve odun taşıma imecesi, ilkbaharda tarla kazma, tohum ekme ve ot kazma imecesi başta gelen gelenek unsurlarıdır.
Bu yazımızın ana teması “tarla kazma, tohum ekme” imecesidir.
İmeceler ya “söyleme” ya da “çağırma” yolu ile oluşturulurdu. Son yıllarda telefon ile çağrılır oldu.
İmece alındığında/çağrıldığında, evde en güzel yemekler yapılırdı. Tarla veya çalışılacak yer, evden çok uzakta ise yemek, “şelek” denilen azık sepetiyle imeceye götürülürdü. İmeceye yemek hazırlayan kişiye “yemekçi” denirdi.
İmeceye çağrılan kadınların emzikli çocuğu var ise, havanın durumuna göre, gelirken, onu da yanında getirirdi. Tarlaya ya da evin uygun bir yerine “ılıncak/salıncak” kurulurdu. “Emzikli kadın” bir yandan yavrusu ile ilgilenir bir yandan da sıra/keşik oluşturmaya gayret ederdi.
Son çeyrek asırda fındık alanlarının çoğalması ile tarla işleri azalmıştır. Buna dayalı olarak “ot kazma ve tohum imeceleri” eski heyecanını ve canlılığını gösterememektedir. İmeceler, eskisi kadar rağbet görmese de, “bir elin nesi var, iki elin sesi var” anlayışının güzel bir tezahürüdür. Köyümüzde ve çevre köylerde tohum imecesi, odun imecesi, darı imecesi hâlâ varlığını sürdürmektedir.
İmecelerin temel gayeleri ortaklaşa ve sıra ile tarla-bahçe işlerini tez elden bitirmekti. İmeceler, yorgunluk verdiği kadar; yapılan işlerin birlikte bitirmesinin sevinci ile sona ererdi. Bazen yakın köylerden ve uzak akrabalardan imeceye iştirakin imeceler üzerinde bir bayram havasına da büründüğü görülürdü. Ayrıca imeceler iyi dostluk ilişkilerini pekiştirdiği gibi, genç kızların ve delikanlıların da görüşme ve buluşma fırsatlarına da sebep olurdu.
İnsanların baharın gelişi ile bekledikleri imecelerin en gösterişlisi, en alımlısı ekin imeceleridir. Hele bir de köyün güzel türkü söyleyenlerin geldiği ve buluştuğu; sevdalıların aynı imecede buluştuğu imeceler, oldukça hareketli, eğlenceli olurdu. Türklerin ritmine uygun kaldırılıp indirilen kazmalar; karşılıklı atışmalar ve maniler…
Yere, uzaklığa, ailenin kalabalığına veya tarlanın büyüklüğüne göre on, on beş, yirmi veya daha fazla kişiye kadar kurulurdu imeceler. İmeceyi idare eden kişiye “çavuş” denir ve iki kişi yerine sayılırdı. “Çavuş” imeceyi kontrol eder, yönlendirir,“ileri gitme, geri kalma, hizayı bozma!” diyerek uyarılarda bulunurdu. “Erkekler, kadınlar; kızlar, delikanlılar sapından kavradıkları ekin kazmalarını, hep birlikte, omuz hizasına kadar kaldırır; yine hep birlikte tenelerin (darıların) atıldığı toprağa indirirlerdi.”
Genç kızlar ve gelinler başlarına kenarı el emeği, renga renk oyalı yazma ve başörtü takarlar; bellerinde peştamal bağlarlar; ayaklarına el dokuması ala ve süslü çoraplar giyerlerdi. Maksi veya peştamal üstüne, kırmızı rengin egemen olduğu, püsküllü ve boncuklu darı (tene) torbası bağlanırdı.
Kazmalar bahar gelince çötenlerden, tavan aralarından ve mağzulardan çıkarılır; karşıda Eminoğlu Mustafa’nın körüğünde, beride Gorucuoğlu Osman’ın körüğünde, Dağ’da (Yazlık Mahallesi’nde) Kayaoğlu İsmail’in körüğünde ekin ve tohum kazmaları olarak biçimlenir ve sapları gürgen veya meşe saplarından yenilenirdi.
Her kazma ekin kazması olarak kullanılmaz; yaptıkları işlere ve gördükleri fonksiyona göre, çeşitli adlar verilirdi. Ekin kazmalarının ağzı geniş, boyu kısadır. Ağzı sivri kazmalar tarlayı ilk gören kazmadır. Tarlalar ya sivri kazma ile ya da, düz araziler hariç, (düz araziler ve meyli çok az araziler bel ile bellenirdi.) normal kazmalarla ekime hazırlanırdı. Ekin kazması ile tohum ekilirdi. Ekimden sonra gelberi ile ekilen tarlalar çalkalanırdı. Tohumun yanında ve yöresinde biten otları da ot kazması ile temizlenirdi.
Bir günde iki hatta üç defa kurulduğu olurdu ekin ve tohum imecelerinin. İlkine “kuşluk” imecesi; sonuncusuna “öğle” denilirdi. Mahalle ve kapı komşuları ile kurulan bu imecelerin ilki, şafakla; diğeri ikindi sonrası başlardı. “Kuşluk imecesi” bir iki saat sürerdi.
Büyük imeceler “öğle” imeceleriydi. Gün içinde kurulurdu. Bu imeceler öğleden başlar, ikindi sonrasına kadar, beş altı saat, sürerdi. İmece tarlaların ön alt ağzından başlar; üst ağzına gelindiğinde, tamamlanırdı. Tamamlanamayan tarla yarına kalır ve “kuşluk imecesi” ile bitirilirdi. “Ekme işi tamamlanınca, yarenlik olsun diye önce kazmalar tokuşturulur, sonra da sıyırma işine girişilirdi. Sıyırma işi biter bitmez, ev sahibi saç üstünde pişirilmiş, ortası yağlanmış, mis gibi kokan sıcak darı ekmeği veya değermi/akıtma ve taze yayık ayranı ikram ederdi. Şakalaşmalarla, takılmalarla yeme - içme tamamlanınca, tarla sahibine ‘Hayırlı, uğurlu, bereketli olsun!’ denilir; uzak komşular, kazmasını omzuna atar, evinin yolunu tutardı.”
Ahmet TESNİMÎ (26/05/2011 Sakarya)