Mevlânâ, halkın ruhsal ihtiyaçlarını iyi anlamış ve iyi anlatmış bir bilgindir. Eserlerinde insanların zor anlayacağı kavramlar ve terimler yoktur. Her kültürden okuyucu onun konuyu açıklamak üzere verdiği örnekleri kolayca anlar. Konya ve Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşayan Rumlar’ın faydalanması için bile bazen Rumca beyitler söylediği olmuştur. Mevlânâ insanlara ulaşmak için atasözleri kullanmış, Kur’an’dan, bazen Tevrat’tan kıssalar(öyküler) anlatmış bazen de hayvanları konuşturmuştur. Ama o, bunlarla insanlara hep bir şeyler vermeyi ve onları manevî ve ahlâkî açıdan eğitmeyi düşünmüştür. Mesnevî’sinde: “Benim beytim beyit değil, iklimdir. Benim alay edişim alay ediş değildir, bir şeyler öğretmektir.” Diyen Mevlânâ en başta bir ahlâk hocasıdır.
Yaratılışın sürekli olduğunu kabul eden Mevlânâ, evrenin yıprandığına değil, devamlı olarak yenilendiğine, iyiye ve güzele doğru gittiğine inanır. Bu yüzden de yeniliğe âşıktır. Hatta o eski düşüncelerden ve eskiye saplanıp kalmış olanlardan ürker. Bu görüşünü şu sözleriyle anlatır:“Her gün bir yere konup göçmek, akar su gibi bulanmamak, donmaktan kurtulmak ne hoştur. Dün de geçti düne ait söz de dün gibi gelip geçti. Bugün yeni bir söz söylemek gerek.”
Mevlânâ; “Bugünkü Ahmet benim, dünkü Ahmet ben değilim.” diyerek insanın kendisini aşması, yeniliklere açık olması gerektiği temasını vurgulamıştır.Yeniliklere açık olan bir insan, kendisindeki eksikleri ve hataları daha net görebilme ve gelişime açık olma becerisi kazanacaktır.Özellikle her şeyin baş döndürücü bir hızla değişip geliştiği bu çağda, bu düşünce daha büyük bir önem arz etmektedir.
Mevlânâ, insanları ahlâken eğitirken bazı gerçeklerin farkındadır. O bir insanda yüzde yüz iyilik aramanın imkânsız olduğu düşüncesindedir. Bu konuda şöyle der:“Birisinde yüzlerce faziletle beraber bir de hata bulunsa o hata, bir bitkinin sapı oranındadır. Terazide ikisini de beraber tartarlar. Çünkü bitki ve sap beden ve can gibi bağdaşmıştır.”
Her şeyin iyiye ve kemâle (olgunluğa) doğru gittiğine inanan Mevlânâ, kötülüğün insandaki noksanlıklardan meydana geldiğini söyler. Bu noksanlıklar ise hoşgörü ve iyi tutum ve davranışlarla tamamlanmalıdır. Ancak Mevlânâ, bu hoşgörünün sınırlarını şu sözüyle çizer:“Hırsızlara ve topluma zarar verenlere acımak, zayıfları kırıp geçirmektir...”
Mevlânâ, kendi hatasını düzeltmeden başkasının ayıbını arayanları hoş görmez. Önce insanlar kendindeki kusur ve hataları görmeye çalışmalıdır. Zaten kendisindeki kusurları görmekle uğraşan bir insan, başkasında kusur aramaya fırsat bulamayacaktır. O bu düşüncesini şöyle anlatır:“Karşısındakinde gördüğün suç, sendeki suçun cinsindendir. Önce o huyu kendi tabiatından atman gerek. Sendeki çirkin huy, sana onda göründü. O sana âdeta bir aynadır...”Buna göre demek ki, insan, kendi kusurlarını gidermeden başkasıyla uğraşmamalı. Zaten kendisi de aynı kusuru işlerken başkasını o kusurdan men etmesi çok faydalı olmayacaktır.
Özellikle eğitimcilerin bu konuda çok dikkatli olmaları gerekir diye düşünüyorum. Örneğin sigara içen bir öğretmen –bu durumunu bilen bir öğrencisine– sigara içme dese, bu uyarı öğrencide ne kadar etkili olur. Çok az kitap okuyan bir öğretmen(Hiç okumayan bir öğretmenin olması benim tahminlerimin dışındadır.) öğrencilerine çok kitap okumanın önemini anlatsa ne kadar etki eder. Aslında kişinin yaşayışı ve davranışları tavsiye ettiği bir şeyi gerçekten yapıp yapmadığını da ortaya koymaktadır. Mevlânâ’nın bütün insanlığı bu kadar çok etkilemiş olmasının altında, onun söyledikleriyle yaşantısının, aynı olması yatmaktadır.
Mevlânâ’nın gözü, insanlardaki kusuru görmek için değil, güzellikleri ortaya çıkarmak için vardı. Onun bütün insanlıktaki gördüğü güzellikler, aslında onun kendi gönül güzelliğinin yansımasıydı. Eğer biz, çevremizdeki herkesi kötü görmeye başladıysak, o kötü gördüğümüz şeylerin içinde bizden de yansıyan bir şeylerin olabileceğini unutmamamız gerekiyor.
Mevlânâ düşüncesinde tembelliğe yer yoktur. ÇalışmadanAllah’a tevekkül (Her şeyi Allah’tan beklemek) diye bir şey yoktur. Ona göre çalışma kutsal bir görevdir.“Allah’a dayanıyorsan çalışma hususunda dayan. Kazan da sonra Allah’a tevekkül et.”Başka bir sözünde ise şöyle der:“İnsanını uğradığı zarar, çalışmamasından ileri gelir, kârsa çalışıp çabalamasından. Takdir haktır ama insanın çalışması da hak.”
Mevlânâ’nın “Ben yetmiş üç milletle (bütün dinler) beraberim.” dediğini duyan ve buna içerleyen Kadı Sıraceddin, bilginlerinden birini, Mevlânâ’ya göndermiş. Ona sıkı sıkıya da tembih etmiş...“Git ve Mevlânâ’ya herkesin içinde sor. Bu sözü demiş mi, dememiş mi? Demişse hakaret et...” Bilgin dergâha gider, “Sen yetmiş üç milletle beraberim demişsin, doğru mu?” diye sorar. Mevlânâ “Evet” der, “Hâlâ da deyip duruyorum.” Âlim, Mevlânâ’ya hakarete başlayınca, Mevlânâ gülerek şöyle der:“Bu söylediklerinle de beraberim ben.”
Bu yüzden onu tanıyan herkes, onu seviyordu. O“Allah’tan korkan herkes dindardır.”diyerek Hıristiyanlar’a,Yahudiler’e, kısaca herkese sahip çıkmıştır.O mutlak(tek) varlık olan Allah’ın kemalini insanda ve insanlıkta gördüğü için herkesi bu ortak paydada bir araya getirmiş olan ender insanlardandır.
Mevlânâ, yalnız dindarları ve iyi tanınanları değil, bütün insanları bir görüyor, hatta tam manasıyla toplumun kötü gördüklerini de... İnsanlara olan bakışını şu sözü özetlemektedir:“İyilik aradı mı insanda kötülük kalmaz ki...” Böylece insanların yaptığı kötülükleri değil, niyetlerini ve gayretlerini ön plânda tutan Mevlânâ, kötü insanlarda bile aslî iyiliği aradığı için kötüleri iyileştirmede başarılı olmakta, kötüler bile ona karşı iyi olmaktaydı.
Öyleyse bizler de insanlarda arayıp iyi bir yön bulabiliriz. Sadece insanlarda değil, her konuda güzel olanı görmek... Böylece insanın olumlu yanları düşünmesi ona pozitif bir enerji verecektir. Hz.Muhammed, bir grup insanla beraber yolda yürürlerken bir köpek leşine rastlar. Bu manzara karşısında herkes, burnunu tıkayarak o köpeğin çirkin görüntüsünü tasvir etmeye başlar. Birisi ne kadar pis kokuyor derken bir diğeri cesedin aldığı tiskintici görüntüyü eleştirir. Bu durum karşısında Hz.Muhammed’in yorumu ise hepsinden farklıdır:“Ne kadar güzel dişleri var değil mi? İnci gibi.”
Mevlânâ, insanların zaten içinde potansiyel olarak bulunan güzellikleri harekete geçirmiştir. Biz eğitimciler de öğrencilerimizde bulunan güzel yönleri ortaya çıkardıkça daha başarılı olabiliriz.
İnsanları olduğu gibi kabul eden Mevlânâ, onları aldığı gibi bırakmamıştır.
Mevlânâ, bir ahlâk hocası olmasının yanı sıra bilgiye de çok önem veren bir bilgindir. O, bilgiye olan düşkünlüğünü meşhur eseri Mesnevî’de şöyle dile getiriyor:
“Bilgili adamın uykusu ibadetten üstündür.
Hele insanı gafletten uyandıran bilgi olursa.
Bilgi, uçsuz bucaksız ve kıyısız bir denizdir.
Bilgi isteyense, denizde dalgıçlık edene benzer.”
Mevlânâ’nın –kim olursa olsun– insanlara karşı tahammül ve hoşgörüsü de sınırsızdı.
Bir gün kendisiyle sema etmeye kalkan bir sarhoş, ikide bir ona çarpıp onu rahatsız edince orada bulunanlardan bir kısmı, engel olup sarhoşu çıkarmak isterler. Mevlânâ, onlara şöyle söyleyerek engel olur:“O içmiş ama siz sarhoşluk ediyorsunuz.”
Onun engin hoşgörüsüne verilecek bir örnek ise şu olaydır. Bir gün yolda iki kişi kavga ederlerken birisi diyor ki: Bir söyle bir işit! Bu sözü duyan Mevlânâ, derhal yanlarına giderek o adama:“Ne söyleyeceksen bana söyle, benimle kavga et diyor, bana bin söyle bir bile işitmezsin!” Bu sözden sonra adamlar Mevlânâ’ya saygı göstererek barışıyorlar.
Mevlânâ’nın hoşgörüsü ve merhameti sadece insanları değil bütün canlıları kapsamaktadır. Yavrularından ayrılmış ve aç kalmış bir köpeği görünce ona ekmek götürüyor. Bir başka zamanda bir kadının gönderdiği iki tepsi yemeği silip süpüren köpeği gördüğünde de kimseye dokundurtmuyor, “O sizden daha muhtaç...” diyerek... Bu örnekle hayvanlara olan merhametini de ortaya koymuş oluyor.
Yazı: Bekir KÖLE
KAYNAKLAR
Gölpınarlı, Abdülbâki; Mevlânâ Celâleddin Hayatı, Eserleri, Felsefesi, İnkılâp Yayıncılık, İstanbul 1999.
Gölpınarlı, Abdülbâki; Seçme Rubaîler, Millî EğitimMatbaası, İstanbul 1945.
Gürer,Dilaver; Füsûsu’l-Hikem ve Mesnevî’de Peygamber Öyküleri, İnsanYayınları, İstanbul 2002.
Gölpınarlı, Abdülbâki; Mesnevî, Millî EğitimMatbaası, İstanbul 1942.
Yazıcı, Tahsin; Menâkibu’l-Arifîn(AriflerinMenkıbeleri), Millî Eğitim Basımevi, Ankara 1953-1954.
Lâmiî Çelebi, Nefehâtü’l-Üns Tercümesi, İstanbul 1289.