Onarlın Festivalleri ve Bizim Festivaller
Karnaval ve festival gibi eğlenceler, bizim hayatımıza çok yakın zamanlarda giren, daha doğrusu giremeyen iğreti ve yerleşmeye çalıştıkça da maskaralaşan toplumsal-kültürel bir kurumdur. Tertiplediğimiz festivallere en çok kendimiz gülüyoruz, ortaya çıkandan kendimiz utanıyoruz. Ardında hiçbir geleneğin, tarihî uygulamanın, daha beteri hiçbir benimsemenin yatmadığı bu olayı dışlayıp gülmekten, makaraya almaktan başka çaremiz yok, çünkü. Bir iki yetkilinin, bir iki açıkgöz belediye başkanının veya benzerinin ortaya salıverdiği, bu garip şamataya, bulunduğumuz mekânda rastlamak, Taksim’de ayı oynatanlara ve zavallı ayılara rastlamak kadar yaralıyor bizi.
Karnaval, festival Batının hayatında belirli dinî günlere dayanır. Hıristiyanlık’tan çok öncesine uzanan tören ve eğlencelerdir, şölen ve geçitler dizisidir. Idus Maia (Mayıs ortaları) öreneğin, Apollo Tanrı için kutsal günlerdi Roma’da. Ve o sıralar Apollo adına ayinler ve şenlikler düzenlenirdi. Böyle belirli Tanrılar’a ayrılan şölen, şenlik vs. Hıristiyanlık’tan sonra da devam etmiştir; belirli azizler adına pasaport alarak. Sonra uzun dinî perhiz dönemlerinden önceki son günlerde ölçüyü kaçırır; bu ölçüsüzlüğü karnaval ve festival biçiminde kurumlaştırır. Fasching geleneği böyle başlar.
Kilise aslında gerçek anlamda sofulardan, hep zühd-ü takvâ içinde yaşayanlardan çok, böyle Hıristiyanllık’a itiraz etmeyen, ama keyfine bakan kalabalığı yeğlemiştir. Çünkü fazla sormaz, sorgulamazlar; kilise de onların cıvıtacağı yortu öncesi şenlikleri artırır, iş biter. Eski Roma imparatorlukları da kalabalığı zararsız tutmak için ekmek ve eğlenceyi artırarak işi sağlama bağlamışlardır.
Ortaçağ Avrupa şehirlerinde hemşericilik bilincinin ve övüncünün teatral biçimde sergilendiği günler, karnaval ve resmî geçitti. Burada festivallerin amacı değişikti. O nedenle de program ve eğlence biçimi daha da olgun, estetik dolu, görkemliydi. İtalyan kentleri, hele soğuk nevale İsviçreliler, özellikle panayırlara rastgelen festivallerde ve geçit resimlerinde gerçekten övünç duydukları kent hemşericiliğinin tadını çıkartır, gururunu sergilerler. Başka hiçbir şeyleri bu tarihî festivaller ve o festivallerin ardında yatan hemşericilik övüncü kadar güzel ve yüce değildir. Bin yıllık gelenek, zamana uymuş ve zamanı kendine uydurmuştur. Kentin şehir meclisi üyeleri, bankerler kanlarıyla birlikte orta zamanın, Rönesans’ın giysileri içinde, kortejin önünde yürürler. Arkadan lonca üyeleri büyük dedelerinin kıyafetleri içinde onları izler. Saatçiler loncası dediysek meselâ, kimisi artık zamanımızın beynelmilel milyarderlerindendir, ama olsun, dört yüz sene öncesi esnafın yerinde yürür. Arkadan çobanlar, boyunları çanlı inekleriyle geçer.
Kuşkusuz beğeniyi ebedileştiren, Rönesans’ın beşiği İtalyan kentlerinin yıllık karnaval ve festivalleri daha başka bir güzelliktedir. Prag’dan Madrid’e Avrupa, festivallerle tarîhliliğini, güngörmüşlüğünü haykırır. Oysa binlerce yıldan beri kentlerinin halkı böyle bir gelenekten, duygudan uzaktır. Laikleşemeyen, birlikte eylemesini bilemeyen, eğlence için örgütlenemeyen kentlerdir bunlar.
Bizim toplumumuzda dinî bayramlarda kamusal bir şenlik geleneği yoktur. Galiba kamusal düzeyde örgülü anma törenleri (Muharrem’deki yas töreni, yani Şebîh) sadece Şiilerde görülüyor. Köy seyirlik oyunları ve hasat şenlikleri zaten daha çok düğünlere rasgeliyor. Deyişin aksine bu nedenle “gökte düğün var deseler, merdiven arayanlar” sadece kadınlar değil, daha çok köy erkekleridir.
Kent hayatımızın oturmuş kurum ve gelenekleri arasında festival ve karnavala rastlanmaz. Zaten bizim kent hayatımızda kurumlaşan şeyler pek azdır, bazen de yoktur. Kentte kentiler olarak yaşama olayımız gelenekten çok, inşallah geleceğe ait bir keyfiyet olacaktır.
Festival ve karnaval, her şeyden önce kadın ve erkeğin uzun yüzyıllardan beri ayrı kompartımanlarda yaşadığı, eğlendiği bir mekân olan kentlerimizde görülmez. Çünkü bizim kentlerimizde kadınla erkek belli merkezler dışında henüz beraber yaşamaz, hukukî bağlarla birlikte olanlar gününün az kısmını bir arada geçirirler. Beşik ve mezar dışında bizim geleneksel kasaba ve kent hayatımızda kadınla erkek hemen her zaman ayrıdır. Onun için son zamanlarda mantar gibi sayısı yüzü aşan “mana ve ehemmiyeti büyük günlerde” düzenlenen festivallerin turistik vodvil olmanın ötesinde bir anlamı yoktur. Festival ve karnaval, kadının ve erkeğin; hayatının her safasını birlikte yaşadıkları mekânlar ve zamanlara ait bir olgudur.
Avrupa yaşamında festival ve karnavallar içindeki önemli bir gurup, üniversitelerin yıllık festivalleridir. Talebe hayatının unutulmaz anıları arasında yer alan bu festivaller çoğu üniversite şehrinin kişiliğile de özdeşleşmiştir. Bu festivellerde en belli başlı bölüm, geçit resmidir. Ortaçağdan beri talebe hayatının bütün renklilik ve mizahının sergilendiği bu geçit resmindeki kıyafet, slogan ve şarkılar, adeteda bir üniversite folkloru oluşturur. Festivaller, bazen şöhreti uluslararası düzeye ulaşan sanat yarışmaları, spor faaliyetleri ile birliktedir.
Talebe festivali gibi bir gelenek bizde yoktur. Kırıntısı varsa dahi kaldırırlmış ve otoritelerce şiddetle yasaklanmıştır. 1960’larda ben Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki İnek Bayramı balosunun basıldığını hatırlarım; bazı çevreleri fakültedeki sol hareketlerden de çok balo, eğlence gibi faaliyetler rahatsız ediyordu. Güzel Sanatlar Akademisi’nin ne kadar eski olduğunu bilmiyorum. Ama bizden çok daha yaşlı bir uygulama olan bu okuldaki kıyafet balosu, Türkiye’deki yüksek okullarda halen tekliğini sürdüren bir talebe geleneğidir.
...
Yazı: Prof. Dr. İlber ORTAYLI, (Gelenekten Geleceğe, Alkım Yayınları, sayfa:117–119)