Bazı okuyucularım şikâyet ediyorlar, 'yazılarınızda anlamadığımız kelimeler var' diyorlar. Bendeniz 1950'lerin henüz bozulmamış Türkçesiyle çok sade, çok basit, anlaşılması çok kolay genellikle kısa cümleli yazılar kaleme alıyorum. Uzun cümleler ve paragraflar yazmıyorum... Kabahat bende değil vesayet rejimimin lisan, eğitim, kültür politikasındadır.
1920'lerin 1950'lerin Türkçesi ölmüştür, öldürülmüştür.
Yakın tarihimizde ülkemizde maddî soykırımları yapıldığı gibi, mecazî manada soykırımlar da yapılmıştır. Bunlardan biri zengin edebi, güzel, ahenkli, geniş ufuklu Osmanlı Türkçesinin katledilmesidir.
Medenî bir toplum üç beş yüz kelimelik günlük iletişim lisanıyla ayakta duramaz. Konuşma dilinin yanında yazılı ve edebi zengin bir lisan olması gerekir. Türkiye bu ikinci lisanını büyük ölçüde yitirmiştir.
Halkımızın bir kısmı doğru dürüst Türkçe konuşamamaktadır. Nicemiz ünlemlerle konuşuyor da farkında değiliz: Yuh be!.. Amma da kral be!.. Aha oho!.. Lan!..
Bir milletin kültür ve medeniyet seviyesi ana dilinin edebiyat ve kültüründeki seviyesinden anlaşılır. Bu açıdan bakılırsa bugünkü halimiz iç açıcı değildir.
Zengin Türkçe, nazmında ve nesrinde ahenkli ve müzikal bir dildir. Osmanlı Türkçesinin güzel metinleri bülbül ötüşüne benzer, bugünkü Türkçe karga ötüşüne, leylek lâklakına benziyor.
Türk dil kurumu genel yazmanı A. Dilaçar (Agop Martayan) gayesine ulaşmıştır.
Ülkemizde milli kimliğe, milli kültüre, tarihi devamlılığa bağlı bir düzen kurulduğu vakit yapacağı ilk iş, lisan konusunda 1920'lerin güzel zengin ahenkli Türkçesine dönmek olmalıdır.
Bir itiraz: Her lisan değişime uğrar, evrim geçirir, sadeleşir... Sen buna mı karşı çıkıyorsun?
Yazı: M. Şevket EYGİ