Açılış Sayfam Yap   Sık Kullanılanlara Ekle   

   Anasayfa          Künye          Yazar Girişi         Sitene Ekle         Arşiv          Rss Listesi
 

TİREBOLULU HÜSEYİN AVNİ BEY - http://www.catak.info/
   
 TİREBOLULU HÜSEYİN AVNİ BEY

TİREBOLULU HÜSEYİN AVNİ BEY
 Yazı Boyutu

 Tarih : 31.05.2009 - 22:04:10 


Geleceğine hâkim olamak istiyorsan, geçmişini iyi tanımalı ve bilmelisin. Ahmet Tesnimî


KILIÇ VE KALEM ERBABI KAHRAMAN BİR ŞEHİT: TİREBOLULU HÜSEYİN AVNİ BEY 

GİRİŞ

Binbaşı Hüseyin Avni Bey, diğer bir adıyla Tirebolulu Alparslan şanlı mazimizin başındaki tacın en pak ve kıymetli mücevherlerinden biridir. Bu büyük kıymet, bu şanlı şehit yetmiş milyonluk ülkemizde acaba kaç kişi tarafından hakkıyla biliniyor ve tanınıyor?.. Şüphesiz ki tanıyanları pek az!.. Çünkü, son on yıla kadar kütüphanelerimizde bu büyük kahraman hakanda yazılmış belli başlı bir eseri bulmak şöyle dursun, terceme-i hali ile ilgili yeterli bir makaleyi dahi bulmak mümkün değildi. Bu durum son yıllarda kısmen değişse de yeterli değildir. Tarihi şahsiyetlerimize karşı ilgimizin yetersizliği acı bir gerçek olarak karşımızda durmaya devam etmektedir. Tirebolu Tarihi adlı değerli eserinde Merhum Prof. Dr. Faruk Sümer bu gerçeği dile getirerek şöyle diyor:

“Binbaşı Hüseyin Avni Bey gibi bir kahramana Türkiye’mizde çok az şehir sahiptir. Böyle olduğu halde Tirebolu’nun bir sokağı veya okullarından biri onun adını taşımamaktadır. Böyle bir unutma ve ihmal Avrupa memleketlerinde asla görülmez. Bilâkis bıkıp usanmadan her yıl türlü şekillerde anılır tebcil edilir. Şüphesiz bizde de ileride Alp Arslan Bey’in adı Tirebolu’daki caddelerden birine, okul ve diğer yerlere verilecektir.” [1]

Şehit Binbaşı Hüseyin Avni Bey Kimdi? Hüseyin Avni Bey, vatanını, milletini aşk derecesinde seven bir insandı. O, hayatını aşık olduğu değerlere adeta vakfetmiş, askerlik mesleğine atıldığı ilk günden şehadetine kadar bütün ömrünü muharebe meydanlarında geçirmiş gerçek bir kahramandır. Karadenizin bu yiğit evlâdı; İmparatorluk coğrafyasının en batısında, Balkanlarda eşkıya takibi ve tenkili ile başladığı, Balkan Harbi ile devam ettirdiği askerlik mesleğini, Birinci Dünya Harbi dolayısıyla bu coğrafyanın en doğusunda Kafkas Cephesinde Ahılkelek fatihi olarak sürdürmüş ve nihayet 42 nci Piyade Alayı Kumandanı olarak katıldığı Sakarya Meydan Muharebesinde şehadet şerbetini içerek tamamlamıştır.

Şehit Binbaşı Hüseyin Avni Bey, nâm-ı müstearı Tirebolulu Alparslan; yakın tarihimizin günümüzde gerçekten pek az bilinen ve tanınan mümtaz şahsiyetlerindendir. Vatanı, milleti ve mukaddesatı için gözünü budaktan esirgemeyen bu yiğit insanın hayatı, hizmetleri, yazıları ve düşünceleri günümüzde maalesef tanınmıyor ve bilinmiyor. Bu yazıyla, nice kahramanlarımız gibi sisler arasında kaybolmuş olan bu aziz şehidi, sisleri birazcık da olsa aralayarak ortaya çıkarmaya, günümüz insanına ve gelecek nesillere tanıtmayı sürdürmeye çalışacağım.

HÜSEYİN AVNİ BEY'İN HAYATI

42 nci Alay Komutanı olarak  katıldığı İstiklâl Harbinde şehit düşen Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 1876 yılında Tirebolu'nun Cintaşı Mahallesinde dünyaya geldi. [2] Babası Öksüzoğullarından Alağıdereli [3] Emin Efendi, anası Yanıkömeroğullarından  Mehmet Kaptan’ın kızı Kadın Hanımdır. Hüseyin Avni çocukluk yıllarını Tirebolu’da ve daha sonra yerleştikleri Kurugeriş köyünde geçirdi.

Tahsil Hayatı

İlk tahsilini Tirebolu’da tamamlayan Hüseyin Avni, 1893 yılında lise öğrenimi için  çok sevdiği ve üzerinde derin etkiler bırakan Tirebolu'dan ayrılarak Trabzon'a gider. Devrinin sayılı okullarından olan Trabzon İdadisi(lise)'ne 95 numaralı öğrenci olarak kaydını yaptırır.[4]  Bu okulun beş yıllık idadi bölümünü başarıyla tamamlayarak l898 yılında mezun olur. O günlerin en itibarlı mesleği askerliktir. Hüseyin Avni de diğer akranları gibi küçük yaşlardan beri askerlik mesleğine girmeyi, subay olmayı hayal ederdi. Bu hayalini gerçekleştirmek için aynı yıl Mekteb-i Harbiye'nin giriş imtihanına katılır ve kazanır. Hayatının dönüm noktası olan Harbiye'ye girişini ve oradaki öğrenciliğini şahsi dosyasında bulunan ve kendisinin kaleme aldığı tercüme-i halinde şöyle anlatır:

“Komisyon-u Mahsusinde (özel komisyonda) imtihan olarak 1 Mart 1314 (l3 Mart l898) tarihinde İstanbul'da Pangaltı Mekteb-i Harbiyesi'ne  dahil oldum. Birinci sene 600 küsur mevcud içinde kırkıncı oldum. Üç sene bunu muhafaza ettim. 20 Kanun-u sani 316 (2 Şubat 1901) tarihinde piyade mülâzım-i sanisi (teğmeni) oldum. Piyadelerin otuzaltıncısı idim.” [5]

Askerlik Hayatı

Bu yıllarda Harbiye'den mezun olan zabitin ekseriyetle ilk kıt'a görev yeri Makedonya, yani Balkanlar olmaktaydı. II nci Meşrutiyetten önce Balkanlarda en önemli kuvvet olarak 3 ncü Ordu bulunuyordu. O yıllarda Balkan komitacıları ile uğraşan bu ordunun komuta kademesi genç subaylardan müteşekkildi.

Harbiye'den teğmen rütbesiyle mezun olan Hüseyin Avni Bey'in de ilk tayini Üçüncü Ordu'nun emrine yapıldı. Üçüncü Ordu'ya tayin edilen subay arkadaşları ile birlikte 14 Şubat l901 tarihinde Selânik’e giderek, Selânik 17 nci Redif Fırkası erkân-ı harbiye kaleminde göreve başladı. 9 Kasım l901 tarihinde 3 ncü Ordu 42 nci Redif Alayı 4 ncü Menlik Taburunun 2 nci Bölüğüne atandı.

Balkanlarda Eşkıya Takibi

14 Mart 1903'ten 14 Ekim 1903 tarihine kadar Menlik Redif Taburu ile Menlik[6], Petriç,[7] Demirhisar,[8] Perid, Malis ve Bedes taraflarında Bulgar eşkıyasının takip ve tenkilinde bulundu. Bu görevdeki üstün başarılarından dolayı kumandanı Binbaşı Ali Rıza Bey'in takdirlerini kazandı. Aynı zamanda Bulgar eşkıyasının takip ve tenkilinde geçen hizmetlerinden dolayı da Serez Fırkası Kumandanı Müşir İbrahim Paşa'nın teklifi üzerine 6 Ocak 1904 tarihinde dördüncü dereceden Mecidi nişanıyla taltif edilerek mükâfatlandırıldı. [9]

Hüseyin Avni Bey, 29 Aralık 1903 tarihinde mülâzım-i evvel (üsteğmen) olur ve 3 ncü Ordu Redif 120 nci Alayının 4 ncü İpek Taburunun 4 ncü Bölüğüne tayin edilir.

Piyadeden Jandarmaya

Aralık 1904 tarihinde sınıf değiştirmek için Selânik'teki Jandarma Zabitan Mektebinin üçüncü devre tedrisatına iştirak etti. 12 Şubat 1905 tarihinde Selânik Jandarma Alayının Serfice Taburunun 5 inci Grenebe Bölüğüne nakledildi.

Hüseyin Avni Bey, Grenebe Jandarma Bölüğünde üsteğmen rütbesiyle Yunan çetelerine karşı savaşırken, Haziran 1905 tarihinde 10 neferlik bir jandarma kuvvetiyle 100 kişilik bir Yunan çetesini imha ederek askerlik hayatının büyük zaferlerinden birini kazandı. Bu başarısından dolayı kumandanı Binbaşı Menlikli Tayyar Bey tarafından takdir edildi ve mükâfatlandırıldı.

30 Haziran 1907 tarihinde yüzbaşı olan Hüseyin Avni Bey, Manastır Jandarma Alayının 5 nci Taburunun Grenebe Bölük Kumandanlığına atandı. [10]

Jandarmadan Ayrılış ve Hareket Ordusuna İltihak

14 Şubat 1909 tarihinde ise alay kumandanı ile aralarında meydana gelen bir sürtüşmeden dolayı jandarma sınıfından istifa ederek nizamiyeye geçti. 3 ncü Ordu Nizamiye 22 nci Alayının 2 nci Taburuna misafir olarak yerleşti. Burada kahramanlıkları ile ünlenen Bekir Bey adında bir subayla aralarında meydana gelen düello meselesinden dolayı Manastır’daki Kırmızı Kışlada mevkufen kaldı. Daha sonra dosyasının Selânik Divan-ı Harbine gönderilmesi üzerine tutuksuz olarak Selânik'e gitti.

Bu sırada ülke siyasi olaylarla çalkalanıyordu. İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından meşrutiyeti korumak üzere İstanbul'a getirttirilerek Taşkışla'ya yerleştirilen avcı taburları tarihe 31 Mart Olayı adıyla geçen ayaklanmayı yaptılar. 31 Mart (13 Nisan 1909) Olayının patlak vermesi üzerine, bu olayları bastırmak amacıyla teşekkül eden ve komutanlığını Mahmut Şevket Paşa’nın yaptığı Hareket Ordusu Selânik'ten İstanbul'a gitmek üzere hazırlıklarına başladı. Hüseyin Avni Bey de jandarmadaki eski arkadaşları ile birlikte Hareket Ordusu’na iltihak ederek, bu ordunun öncü kuvvetini oluşturdular. [11]

İstanbul'da Tekrar Jandarma ve Harita Heyeti

Hareket Ordusu ile Selânik'ten İstanbul'a gelen Hüseyin Avni Bey, Nisan 1909'da tekrar jandarmaya geçerek Kasımpaşa Jandarma Bölük Kumandanı oldu. Ağustos 1909'da Dersaadet Efrat-ı Cedide Mektebi Dördüncü Bölük komutanı ile becayiş etti. Buradan  Mart 1910 tarihinde İzmit Jandarma Bölük Komutanlığına tayin edildi.  29 Ocak 1912 tarihinde Harbiye Nezareti Harita Komisyonuna rütbesiyle atandı.

Balkan Harbi

8 Ekim 1912 tarihinde Karadağ Hükümetinin bize savaş açmasıyla tarihimizin en acı mağlubiyetlerini aldığımız Balkan Harbi[12] başladı.

Hüseyin Avni Bey de 18 Ekim 1912 tarihinde savaşa iştirak etti. Savaş boyunca; Çatalca'da 8 nci Alayın 2 nci Taburunun 4 ncü Bölük komutanlığında ve 6 ncı Alayın 1 nci Taburunun 1 nci Bölük komutanlığında bulundu. Bu muharebelerde Hüseyin Avni Bey, Kaymakam (yarbay) Halil Nasır Bey kumandasındaki 8 inci Alayda Bölük kumandanı olarak Çatalca'nın Bahşayiş tarafında 6 ay görev yaptı. 6 ncı Alayda görev yaptığı sırada ise 2 ay boyunca Muratbey Tepesi'nin kuzeyindeki tepe ile Lahnaköy taraflarında düşman üzerine taarruzlarda bulundu.

Balkan Harbinin sona ermesiyle birlikte Mayıs 1913 tarihinde tekrar Harita Heyetindeki görevine dönen Hüseyin Avni Bey, Birinci Dünya Harbine kadar bu görevde kaldı

Harb-i Umumi - Kafkas Cephesi

Hüseyin Avni Bey; Ağustos 1914 tarihinde Harb-i Umumi seferberliğinden dolayı Üçüncü Ordu Menzil Müfettişliği İdare Mülhaklığına (emir subayı yardımcılığı) tayin edilerek Erzurum'a gönderildi.

Ancak bu görevde fazla kalmadı. 8 Kasım 1914 tarihinde Dr. Bahaddin Şakir Bey'in[13] Teşkilât-ı Mahsusa’sına[14] geçerek Tavasker Taburu Kumandanı oldu. Bu taburla Tavasker[15], Oltu ve Çatak taraflarında görev yaptı. 25 Aralık 1914  günü Pancirot[16] Köyündeki bir taburluk Rus kuvvetine taarruz ederek imha etti. Aynı zamanda Kızılkep taraflarına keşif taarruzlarında bulundu.

Hüseyin Avni Bey, 1 Mayıs l915 tarihinde Milo[17] Müfrezesine mensup Ergenis Müfrezesi kumandanı oldu. Ergenis, Yusufeli, Tortum, Koçunboğazı, Başkurt Deresi, Kop, Masat,[18] Maden Hanları[19], Ahsunk Hanlarında[20] Rus birlikleri ile amansız mücadelelerle ve kahramanlıklarla dolu muharebeler yaptı.

Ağır kış şartlarında kahramanca sürdürülen bu savaş sırasında Hüseyin Avni Bey ayaklarını dondurur ve malûl duruma düşer. Ancak o bu haliyle de vatan müdafaasından geri durmaz. Erzurum’da gördüğü kısa bir tedaviden sonra yine birliğinin başına döner. 11 Mart 1915 tarihinde Türk Yurdu Mecmuasına yazdığı mektupta bu durumdan sözeder ve şöyle der: “Bu yıl epeyce cenk ettim. Cenk ederken ayaklarımı dondurdum. İyiletmek üzere Erzurum’a geldim… .Şimdi ayaklarım iyileşti. Yine cenkleşmek üzere kavga yerine gidiyorum.” [21]

Kafkas Cephesinde  kahramanca savaşarak, bütün imkânsızlıklara rağmen çok büyük başarılar elde eden Hüseyin Avni Bey, bu başarılarını otobiyografisinde şöyle anlatıyor:  

“27 Kanun-u evvel 330 (9 Ocak 1915) da Çatak,[22] Nurşin[23] arasındaki sırtta Ruslara karşı medar (övgüye değer) muharebeler yaptım. Kumandanım Otuzuncu Fırka Kumandan Vekili Kaymakam (Yarbay) Tevfik Bey idi.

18 Nisan 1331 (1 Mayıs 1915)'den 1 Kanun-u Sani 331 (14 Ocak 1916) tarihine kadar Ergenis[24] mıntıkasında Ruslarla pek şedid (şiddetli) muharebeler yaptım. 11 Mayıs 331 (24 Mayıs 1915) tarihinde Ergenis Kariyesi (köyü)'ne olan şiddetli bir Rus taarruzunu def'ettim. 27 Haziran 331 (10 Temmuz 1915)'de Ruslar Kolik, İncat, Ergenis tepelerine şedid taarruz icra ederken Kolik sırtından maadasında (diğerlerinde) Rus taarruzunu def ettimse de ma'teessüf Kolik sırtları Ruslar tarafından işgal edildi. İki gün sonra mukabil taarruzlarla Kolik sırtını yine zabtettim. Bu müsademelerde bin kadar zayiat verdirdim. İki mitralyöz ile hayvanlarını iğtinam ettim (ele geçirdim). Kumandanım Halid Bey[25] idi.

331 (1915) senesi nihayetindeki ric'at (geri çekilme) esnasında Tortum'un Gince sırtında 18 Kanun-u sani 331 (31 Ocak 1916) Ruslarla şedid muharebeler yaptım. Ruslara 1500 zayiat verdirdim. Kumandanım Çoruh Müfrezesi Kumandanı Halid Bey idi.” [26]

Erzurum’un Düşüşü ve Bayburt Savunması

Erzurum 10 Şubat 1916 günü Ruslar tarafından işgal edildi. Bunun üzerine 3 ncü Ordu Kumandanı  Mahmut Kâmil Paşa görevinden alındı ve  yerine Çanakkale Savaşlarının başarılı kumandanlarından Vehip Paşa[27] getirildi. Vehip Paşa, Tercan’ın batısından, Bayburt’un doğusu ve Trabzon’un batısı hattına kadar ilerlemiş olan Rus birliklerini durdurmak için plânlar yapar ve bütün imkânları seferber eder. Elindeki kuvvet 130.000 asker ve 200 toptan ibarettir. Rusların ise 200.000’in üzerinde piyade askeri ve 400 civarında topu mevcuttur. Düşmanın ilk hedefi Bayburt’u ele geçirmek ve buradan sahildeki birlikleriyle bağlantıyı sağlamaktır. Vehip Paşa ise Bayburt’u savunma ve düşman planlarını bozmak için 5 nci Kolordu Kumandanı Fevzi Paşa ile işbirliği yaptı. Düşman taarruzlarına şiddetle karşı konuldu, yer yer karşı taarruzlara geçildi, çok kan döküldü.

Bayburt’un destansı savunmasında çok büyük kahramanlıklar gösteren Hüseyin Avni Bey, bu muharebelerden şöyle sözeder:

“Nisan 332 (Nisan 1916) tarihlerinde Bayburt civarındaki Kop muharebelerinde Ruslarla göğüs göğüse harb ettim. Kumandanım Çoruh Müfrezesi Kumandanı Halid Bey ve 10 ncu Fırka Kumandanı Miralay Salâhaddin Bey[28] idi.

Haziran 332 (Haziran 1916) tarihinde Masat Boğazında Masat Hanlarında Ruslarla pençeleşircesine harbettim. Kumandanım Çoruh Müfrezesi Kumandanı Halid Bey ve 10 ncu Fırka Kumandanı Salâhaddin Bey idi.” [29]

7 Haziran 1916 tarihinde Kolağası (Kıdemli yüzbaşı) olan Hüseyin Avni Bey'in olağanüstü gayret ve kahramanlığı, bütün sıkıntı, yokluk ve hastalıklara rağmen Ruslara karşı elde ettiği zaferler dolayısıyla mükâfatlandırılarak  5 Temmuz 1916  tarihinde kıdemi 3 sene yükseltildi. [30]

14 Temmuz 1916 günü Ahsunklar Hanlarında cereyan eden muharebelere katılarak Ruslarla göğüs göğüse cenk eden Hüseyin Avni Bey 14 Eylül 1916 tarihinde binbaşı rütbesine yükselir. [31]

Kafkas kıtalarının değiştirilmesi ve küçültülmesinden sonra l53 ncü Alay 3 ncü Tabur Komutanlığına getirilen Hüseyin Avni Bey, 14 Aralık 1916 tarihinde ise Hücum Taburu Kumandanı oldu. Hücum Taburu ile Ağvanis, Melikköy, Güzeltepe taraflarında görev yaptı.

Ocak 1917 tarihinde kendisine, Avusturya - Macaristan Hükümeti tarafından Umumi Harpteki başarılarından dolayı üçüncü rütbeden Meziyet-i Askeriye nişanı gönderildi. [32]

Olağanüstü başarıları ve kahramanlıkları bütün komutanları tarafından takdirle karşılanan Binbaşı Hüseyin Avni Bey’e, İkinci Kafkas Kolordusu Kumandanı Fevzi Paşa[33] tarafından Mart 1917 tarihinde kırmızı kurdelâlı bir harb Madalyası verildi. [34]

1 Haziran 1917 9 ncu Fırkaya bağlı Hücum Alayı Kumandanı olarak İkisivriler muharebelerine katılan Binbaşı Hüseyin Avni Bey'i 20 Ağustos 1917 tarihinde kendi memleketi olan Harşit Cephesinde 110 uncu Alay Kumandanlığı vekâletinde görüyoruz.

Mütareke ve Kafkas İleri Harekâtı

Çarlık Rusya’da Bolşevik İhtilâli’nin olması (Ekim 1917) sebebiyle Kafkas Cephesinde Ruslar ile yaptığımız savaş sona ermiş ve Bolşevik Rusya ile 18 Aralık 1917 tarihinde Erzincan Mütarekesi imzalanmıştı. Rus askeri birlikleri Mütareke şartlarına uygun olarak cephelerden çekilmiş ancak, Ermeni kuvvetleri boşaltılan bölgelerde işgal ve mezalimlerini sürdürmeye devam ediyorlardı. Bunun üzerine işgal edilen toprakları kurtarmak üzere Ordumuz Kafkas İleri Harekâtına başladı.

10 Şubat l918 tarihinde bu harekâta katılan Hüseyin Avni Bey birliğinin başında Harşit’tan Trabzon istikametine doğru ilerlemeye başladı. Birliklerimiz tarafından 14 Şubat 1918 tarihinde Eynesil, 15 Şubat Vakfıkebir ve 17 Şubat’ta Akçaabat düşmandan geri alındı. 24 Şubat 1918 Pazar günü ise Trabzon işgalden kurtarıldı. Trabzon Mevki Kumandanlığına Hüseyin Avni Bey getirildi. Ancak bu görevi kısa sürdü. Hüseyin Avni Bey, 30 Mart 1918’de 123 ncü Piyade Alayı’nın başında Trabzon’dan Batum istikametine hareket etti. 2 Nisan 1918 günü birlikleriyle Mapavri’ye (Çayeli) girdi. Bu arada 37 nci Kafkas Tümeni ise 28 Mart 1918 de Artvin’i, 30 Mart 1918 günü de Ardanuç’u zabtetmişti. [35]

3 Mart 1918 tarihinde Osmanlı Hükümeti ile Bolşevik Rusya arasında Brest-Litovsk Anlaşması imzalanmıştı. Bu anlaşmaya göre, 1878 yılında (93 Harbinde) elimizden çıkmış olan yerlerin (Batum, Kars, Ardahan, Artvin gibi) halkın oyu alınmak şartıyla Türkiye’ye geri verilmesi kabul ediliyordu. Anlaşma gereği yapılan halk oylamasında üç sancak ahalisi de %100’e yakın bir ekseriyetle anavatana kavuşma arzusunu ortaya koymuştu. Bunun üzerine ordularımıza gerekli talimat verilmiş ve harekât başlamıştı. 1 nci Kafkas Kolordusu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa[36] komutasındaki birlikler Erzincan-Erzurum hattından, 2 nci Kafkas Kolordusu Kumandanı Yakup Şevki Paşa emrindeki birlikler ise Trabzon-Bayburt hattından ilerlemeye başladılar.

Hüseyin Avni Bey, 10 Nisan 1918 tarihinde 2 nci Kafkas Kolordusu emrinde bulunan müstakil 123 ncü Alay Kumandanlığına -110 ncu Alay Komutan Vekilliği de uhdesinde kalmak üzere- tayin edildi. Kafkas İleri Harekâtında Ardahan, Kars, Çıldır ve Ahılkelek'te görev yaptı. Bölgedeki milisleri teşkilâtlandırdı. Mahalli hükümetlerin kurulmasına öncülük etti. Genel Kurmay Başkanlığı’nın yayınladığı Kafkas Cephesiyle ilgili yayında konuyla ilgili şu bilgiler yer alıyor:

“Arhavi’deki  123 ncü Piyade Alayı’na (iki taburlu) iki makineli tüfek ve bir dağ top takımı ile 110 ncu Kafkas Alay Komutanı Vekili Binbaşı Hüseyin Avni Bey Komutasında Ardahan’a gitmesi emri verildi.

“123 ncü Alay (Ardahan Müfrezesi) komutanı, grup emrinde olarak bölgedeki milisleri teşkilâtlandıracak ve Ardahan’da hakimiyet tesis edecek.” [37]

Buralardaki muharebelerde kazandığı başarılar üzerine Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası ile taltif edilen Hüseyin Avni Bey, 3 ncü Fırkanın 8 nci Alay Kumandanlığına getirildi.

Mondros Mütarekesinden Sonra

Bolşevik Rusya ile imzaladığımız Brest-Litovsk Anlaşması ile önemli başarılar kazanmış ve 93 Harbi sonucu (13.6.1878) kaybettiğimiz yerleri tekrar geri almıştık. Ermenileri güneyden ve kuzeyden sararak zararsız hale getirmiştik. Tam bu sırada Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı. Mütareke imzalanırken Kafkasya’daki kuvvetlerimizin durumu şöyleydi:

Yakup Şevki Paşa’nın komutasındaki 9 ncu Ordunun karargâhı Kars’ta; birlikleri ise Tebriz, Hoy, Nahçivan, Serderâbat, Gümrü, Ahıska, Ahılkelek ve Batum’da bulunuyordu. Binbaşı Hüseyin Avni Bey de 8 nci Alay Komutanı olarak Ahıska, Ahılkelek ve Gümrü bölgesinde görev yapıyor, düşmanla mücadelenin yanında yerli halkı teşkilâtlandırarak kendilerini savunur hale getirmek için çalışıyordu.

Nuri Paşa’nın[38] komutasındaki Kafkas İslâm Ordusu ise karargâhı Bakü’de olmak üzere bütün Azerbaycan’ı ele geçirmiş ve Dağıstan’da Petroskaya’ya taarruz ediyordu.

Mütarekenin ağır şartlarına uymak zorunda kalan birliklerimiz; 1918’in Aralık başlarında,  Hüseyin Avni Bey’in birliklerinin bulunduğu Ahıska, Ahılkelek ve Gümrü’yü, 20 gün sonra ise bütün Elviye-i Selase’yi tahliye etti. 24 Aralık 1918 tarihinde 1914 yılındaki hudutlarımızın gerisine çekilmiş olduk. 

Hüseyin Avni Bey, Cihan Harbinin sona ermesiyle birlikte alay kumandanlığından istifa ederek 1 Ocak 1919 tarihinde Harita Heyetindeki eski görevine geri döndü. Ancak,  Başkentteki karışıklıklardan son derece rahatsızlık duydu. Ülkenin içinde bulunduğu bu karanlık ve sıkıntılı günlerde İstanbul'da kalmaktansa Anadolu'ya geçmenin daha uygun olacağını düşünerek memleketine yakın bir yere tayinini istedi. Bu talebi Mayıs 1919 tarihinde Atina (Pazar) Ahz-ı Asker Şube Riyasetine, (Askerlik Şubesi Başkanlığına) 20 Eylül 1919 tarihinde ise Rize Ahz-ı Asker Şube Riyasetine tayin edilerek yerine getirildi.

Mütarekeden Milli Mücadeleye  Doğu Karadeniz

Birinci Dünya Harbinin sona ermesi ve mütarekenin yapılmasıyla birlikte Doğu Karadeniz bölgesi çok hassas bir duruma gelmiş iç ve dış düşmanların yoğun baskıları altına girmişti. Bölgenin, o zamanki ifadeyle Trabzon Vilâyetinin Mondros Mütarekesinden sonraki durumunu rahmetli Mahmut Goloğlu şöyle anlatıyor:

“Trabzon Vilâyeti ile doğudaki Hopa bölgesinin gerek iç, gerekse dış tehlikeler bakımından çok nazik bir durumu vardı. Gürcüler Rize bölgesini almak istiyorlardı. Ermeniler Trabzon Vilâyetinin bir kısmını kurmayı hayal ettikleri Büyük Ermenistan'ın sınırları içine katmaya çalışıyorlardı. Rumlar ise, başkenti Samsun olmak üzere kurmayı tasarladıkları Pontus Devletinin muhakkak Trabzon'u da sınırları içine alması için çırpınıyorlardı. Bu sebeple Pontusçuluk gayretlerinin merkezi Trabzon'du ve bütün Pontusçuluk gayretlerinin başında Trabzon Rum Metropolidi Gümülcineli Hrisantos vardı... Hrisantos, bir taraftan bölgedeki Türklere bağımsız bir devlete sahip olmanın faydalarını anlatarak onları kandırmaya çalışıyor, bir yandan Ocak ayında toplanacak Paris Sulh Konferansında bağımsız Pontus Devleti fikrini savunmak üzere yola çıkıyordu.” [39]

Samsun'dan Trabzon'a kadar, Anadolu'nun kuzeyindeki dağ silsilesini kapsayan sahadaki Pontus eşkıyası Milli Mücadelenin en büyük gailelerinden biri idi.  Çeşitli adlar altında ve genellikle elebaşılarının isimlerini alan çeteler halinde örgütlenen ve dolaşan bu eşkıyanın çeşitli kaynaklara göre mevcudu 27.000 kişi civarında bulunuyordu.

Pontus Devleti kurmak idealiyle emperyalist devletlerce eğitilen, [40] teşkilâtlandırılıp silâhlandırılan bu çetelerle başetmek, onların zulüm ve cinayetlerinin önüne geçmek kolay iş değildi. Zaten yetersiz sayıda olan düzenli askeri birliklerin mücadelesi fayda vermiyordu. Sayıları giderek artan, silâh ve cephane yönünden alabildiğine güçlenen bu canilere karşı koymak, aynı taktik ve silâhlar ile ancak mümkün olabilirdi. Bu gerçekten hareketle yörenin ileri gelenleri, merkezi Trabzon'da olmak üzere Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti’ni kurdular. Cemiyet, Rum ve Ermenilerin faaliyetlerine karşı durmak ve gerekli tedbirleri almak üzere hummalı bir çalışmaya girdi. Kısa zamanda çevre şehir ve kasabalarda şubeler açarak teşkilâtını tamamladı.

Cemiyetin Giresun Şubesi ise, Dizdarzade Eşref Bey'in başkanlığında Öğretmen Niyazi Tayyib, Dr. Ali Naci (Duyduk) [41], Mühendis İbrahim Hamdi[42], hukuk öğrencisi Ethem Nazif  tarafından kuruldu. Cemiyetin Giresun'daki sözcülüğünü Nuri Ahmet Bey'in Işık Gazetesi[43] ile Dr. Ali Naci'nin çıkarttığı Karadeniz gazeteleri yapmakta idi. Daha sonra Trabzonlu Avukat Cemil Ragıb Bey'in çıkarttığı, yazı işleri müdürlüğü ve başyazarlığını Bekir Sükûti'nin[44] yaptığı Yeni Giresun Gazetesi milli mücadelenin sözcülüğü görevini şerefle ve başarıyla yürüttü. [45]

Hüseyin Avni Bey Giresun'da

Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 1 Ocak 1920 tarihinde Giresun Ahz-ı Asker Şube Riyasetine (Askerlik Şubesi Başkanlığına) nakledildi. Bir süre Giresun Kaymakamlığı görevini de vekâleten yürüten Hüseyin Avni Bey, ülkenin kurtarılması ve bölgedeki Pontus fitnesinin yok edilmesi için yörenin ileri gelenleriyle işbirliği yaparak yoğun bir çalışmaya girdi. Giresun'da düzenli bir askerî birliğin eksikliği o günlerde herkes tarafından kabul edilmekteydi. Bu ihtiyacı gidermek için Hüseyin Avni Bey, gecesini gündüzüne katarak  Giresun Nizamiye Alayı’nı kurdu ve Ocak 1921 tarihinde bu alayın kumandanlığına tayin oldu.

Bu görevleri sırasında Giresun ve çevresindeki halkı İstiklâl mücadelesi yönünde şuurlandırmak, teşkilâtlandırmak için yoğun çalışmalara girişti. Giresun’da yayınlanan Yeni Giresun, Işık ve Gedikkaya gazetelerinde değişik isimler kullanarak yazılar yazdı[46], Giresun'un ileri gelenleriyle sürekli toplantılar yaptı. Mitinglerin düzenlenmesinde, beyanname ve protesto telgraflarının yazılmasında bizzat görev aldı, destekledi. Alayının başında Doğu Karadeniz Bölgesindeki Pontusçu Rum Çetelerinin zulmüne ve vahşetine karşı kahramanca mücadele etti. Bölgeye yönelik Yunan ve İngiliz plânlarını bozdu.

Cumhuriyetin kuruluşunun 50. yılı dolayısıyla yayınlanan “Giresun 1973 İl Yıllığı” adlı kitapta Hüseyin Avni Bey’in Giresun’da sürdürdüğü bu çalışmalar şu ifadelerle yer alıyor:

“Bu sırada Giresun Askerlik Şubesi Başkanı Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan da Milli Hükümet’le temasa geçmiş, Giresun’un verilecek her hizmet için hazır olduğunu bildirmiştir. Bunun üzerine kurulacak 1.000  kişilik bir taburun Kars’ta Kâzım Karabekir Paşa’nın emrine gönderilmesi istenmiş ve bu istek derhal yerine getirilmiştir. Giresun Gönüllü Taburu adını alan bu birlik, oradaki başarılı hizmetlerinden sonra 23 Ocak 1920 (1336) tarihinde bizzat Kâzım Karabekir Paşa tarafından Garp Cephesine uğurlanmıştır.” [47]

Hüseyin Avni Bey - Osman Ağa Beraberliği

Hüseyin Avni Bey cesur bir insandı. Mücadele adamıydı. O; mücadelesini yüreğiyle, bileğiyle, silâhıyla, kalemiyle, kısaca bütün gücüyle sürdüren bir kahramandı. Cesur adamların da meftunuydu. Bir kimse cesur ve atılgan ise, onun başka kusur ve kabahatlerini hoşgörü ile karşılardı. Bu yüzden, atılganlığını ve cesaretini işittiği, Balkan Harbi ve Cihan Harbindeki kahramanlıklarından tanıdığı Osman Ağa  ile sıkı bir işbirliğine girmişti. Faik Hurşit, Hüseyin Avni Bey'in şehadetinin ardından Yeni Giresun Gazetesinde bu işbirliğini şöyle ifade ediyor: "Sırf vatan ve millet aşkıyla çalışan, çarpışan bu güzide muhitin fedailerinden Osman Ağa Hazretlerine de her suretle pek samimi muhabbet ve muzahharette bulunduğuna kaniyim ve vakıfım." [48]

Ömer Sami Coşar ise; Atatürk'ün Muhafızı Topal Osman adlı kitabında "Osman Ağa'yı 1918 sonları Batum'dan dönüşünde karşılayanlar arasında Askerlik Şubesi Reisi Hüseyin Avni Bey, Kaymakam Nizamettin Bey de vardı. Mütarekenin imzalanması ile birlikte bütün bölgede Rumlar harekete geçmişlerdi. Atina ve Patrikhanenin teşvik ve talimatları ile Pontus Devleti kurmak için silâha sarılmışlar ve çeteler oluşturmuşlardı. Bu çeteler köyleri basıyor, akla, hayale gelmedik mezalimler yapıyorlardı." [49] ifadeleriyle Giresun Bölgesindeki duruma ve Hüseyin Avni Bey ile Osman Ağa dostluğuna dikkat çekiyor. Ayrıca, Giresun Müdafa-i Hukuk Cemiyetinden Osman Ağa imzasıyla Zeki Paşa'ya gönderilen bir mektubun  kaleme alınışından hareketle bu dostluğa ve dava arkadaşlığına "Mücadelenin başından itibaren Osman Ağa ile birlikte hareket eden Giresun Askerlik Şubesi Reisi ve Mevki Kumandanı Hüseyin Avni Alparslan Bey, belki de bunu kaleme almıştı. Gedikkaya'nın birçok makalesini de imzasız olarak Hüseyin Avni Bey'in yazdığı biliniyordu"[50] cümleleriyle yer veriyor.

Murat Sertoğlu da "Atatürk'ün Fedaisi Topal Osman" serlevhası ile Tercüman Gazetesinde neşredilen tefrikasında Hüseyin Avni Bey'i okuyucularına şöyle tanıtıyor:

"Bu sırada Giresun'un içinde Rum azgınlığına karşı bir teşkilât kurmak isteyen genç bir subay vardı. Askerlik Şubesi Başkanı Hüseyin Avni Bey... Bu ateşli subay daha çok Alparslan adı ile anılırdı. O yenilmek bilmeyen Türk ordusunun savaş tecrübesi görmüş kahraman ve yiğit bir ferdi idi. Türk'ün her şeye rağmen hiçbir zaman yılmayacağını, kurtuluş saatinin hiç de uzak olmadığını etrafındakilere durmadan söylüyor ve telkin ediyordu." [51]

Sertoğlu aynı² tefrikada, "Askerlik Şubesi Reisi Alparslan Bey mi? O zaten ötedenberi Osman Ağa’yı çok sever ve takdir ederdi." dedikten sonra söze Giresun Kaymakamının tutumuna getirir; "Badi Nedim (Kaymakam) üstüste bir çok ileri gelen Rumların ve Fransız konsolosunun ziyaretlerini kabul ettikten sonra iyice telanlanmış olarak Yüzbaşı[52] (Binbaşı olması gerekir) Alparslan Bey'i davet etti. Onu jandarma kumandanından daha kuvvetli görüyordu. Aklı sıra kendisini de elde ettiği bütün kuvvetleri de birleştirerek Osman Ağa'nın hakkından gelebilecekti. Şehirde Hükümete bağlı en kuvvetli, en cesur şahsiyet olarak Alparslan Bey'i görüyordu." [53]

Giresun Alaylarının Kurulması

Hüseyin Avni Bey'in öncülük yaptığı gönüllü alayların kuruluşundan önce oluşturulan ve kumandanlığını Hüseyin Avni Bey'in yaptığı Giresun Nizamiye Alayına "Alparslan Gurubu" adı verilmişti. Savunma Bakanlığının 20.2.1920 tarihli genelgesinde Yunanlıların Trabzon'a gönderilmek üzere 30 bin kişilik bir kuvvet hazırladıkları bildiriliyor ve gerekli tedbirlerin alınması isteniyordu. Mahmut Goloğlu bu tehlike karşısında "Giresun bölgesinde Tirebolulu Alparslan Bey'in 3.000 kişilik Alparslan Gurubu hazır durumda idi" diyor. [54]  Genel Kurmay Başkanlığının Türk İstiklâl Harbi adlı eserinde ise bu duruma; Karadeniz kıyılarına düşman tarafından yapılacak bir çıkartma harekâtına karşı milli kuvvetler sayılırken "Ayrıca 3.000 silâhlı olan Alparslan Grubu da Giresun bölgesinde idi." ifadesiyle yer veriliyor. [55]

Bölgeyi düşman tehdidi ve istilâsından korumak için Hüseyin Avni Bey ve arkadaşları çalışmalarını giderek yoğunlaştırmışlardı. Bir yandan Giresun Metropoliti Lavrentios (Devrandiyos) önderliğinde teşkilâtlanan ve azgınlaşan Rum çetelerine karşı mücadele verilirken bir yandan da düzenli askeri birlikler oluşturulmaya çalışılıyordu.

Giresun Belediye Başkanlığı yanında Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti Giresun Şube Başkanlığını da yürüten Osman Ağa o sırada Ankara’da bulunuyordu. Müdafa-i Milliye Vekili Mustafa Fevzi Paşa’yı (Mareşal Fevzi Çakmak) makamında ziyaret ederek Giresun'da gönüllü alay kurulması için resmen talepte bulundu. Fevzi Paşa bu talep karşısında Osman Ağa’ya;

“Alayın teşekkülüne müsaade ederim. Yalnız bu alayın başında muvazzaf bir kumandanın bulunması lâzımdır. Zannedersem Binbaşı Hüseyin Avni Bey halen Giresun’da Mıntıka Kumandanı bulunmaktadır. Kendisini yakından tanırım. Harb-i Umumide Kafkas Cephesinde maiyetimde bulundu. Şayet alay kumandanlığını deruhte ederse Giresun’da alay teşekkülüne izin veririm” dedi.

Osman Ağa’nın Binbaşı Hüseyin Avni Bey ile birlikte çalıştıklarını söylemesi üzerine Fevzi Paşa memnun olur ve Giresun’da iki piyade alayının kurulmasına karar verilir. Alayların kurulmasına dair müsaadeyi ve Hüseyin Avni Beyi’in alay kumandanlığına atanmasını ihtiva eden telgraf Müdafaa-i Milliye Vekili Fevzi Paşa imzasıyla Giresun’a çekilir. Karara çok sevinen Hüseyin Avni Bey Fevzi Paşa’ya çektiği cevabî telgrafta bu sevincini dile getirir ve şöyle der:

“Paşam emrinizi derhal kabul ettim. Bir an evvel cepheye kavuşmaya can atıyorum. Mübarek ellerinizden öper, emirlerinizi beklerim.” [56]

Bu izin gereği, daha önce var olan gönüllü kuvvetler (Giresun Nizamiye Alayı ve Osman Ağa'nın kuvvetleri) düzenli hale getirilerek 42 nci ve 47 nci piyade alayları kuruldu. 42 nci Alayın komutanlığına Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 47 nci Alayın komutanlığına ise Topal Osman Ağa getirildi. [57]

Bu alaylara ve daha önce Kâzım Karabekir Paşa emrine gönderilen tabura gönüllü asker toplanmasında Küçüklü Köyünden Kurtoğlu Hafız Mustafa Zeki Efendi’nin[58] gayretleri büyük olmuştur. Ayrıca, bu çalışmaların manevi mimarları arasında; olağanüstü gayretle halkın milli mücadeleye katılımını sağlama yönünde büyük hizmetler veren Alucara’nın Yeşilyurt Köyünden Hoca Ahmet Erzen, Giresun Sarvan Köyünden Ali Kara Hoca, Hisar Köyünden Ahmet Tek, Giresunlu Ali Güler Hoca, Mustafa Pehlivanoğlu, Ahmet Goloğlu, Ahmet Ziyaeddin Efendi,[59] Gedikli Köyünden Emin Başer Hoca, Tekke Köyünden Ahmet Çelik Hoca, Çukur Köyünden Cabireminoğlu Hoca ve Ekinci Bekiroğlu Abdullah Hoca gibi din adamları sayılabilir. [60] 

1921 yılının Şubat ayında kuruluşunu tamamlayan 42 nci alay Samsun'da bulunan 15 nci Fırka'ya (Tümene) bağlı olarak görev yapıyordu. Alay üç taburdan meydana gelmişti. Dört toplu bir batarya olan Kudretli Cebel Bataryası da bu alayın bünyesinde yer almıştı. [61] 42 nci alay 16 Nisan 1921 tarihinde Ümit Vapuru ile Samsun'a intikal etmiş ve 15 nci Fırka deposundan yeniden silâhlandırılmış ve techiz edilmişti. [62]

Samsun'da Pontus Çeteleri Zulmü ve Pontusçuların Tenkili

Pontus çetelerinin önemli bir kısmı Samsun ve civarında üstlenmişti.  l921 yılının ilk baharında hayal ettikleri Pontus Devletinin başkenti gördükleri Samsun şehrini çepe çevre sararak, mahallelerde ve köylerde müslüman ahaliye karşı sayısız cinayetler, soygunlar, tecavüzler, akıl almaz zulümler yapmaya başladılar. Dükkânlar yağmalanıyor, evler yakılıyor, sokaklar muharebe meydanını andırıyordu. Halk, korku ve dehşetten gündüz dahi sokağa çıkamaz, esnaf dükkânlarını açamaz olmuştu. Samsun'daki Bahriye Müfrezesi bu zulümlere müdahale ediyorsa da bir netice alamıyordu.

Samsun'u ve Samsunluyu bu zulümden kurtaracak, gözü dönmüş Pontus canilerine haddini bildirecek çareler aranmaya başlandı. Ekonomik yönden iyi durumda olmayan, silâhsız ve teşkilâtsız Samsun halkının bu zalimlerle başetmesi mümkün değildi. Bunların hakkından ancak, onları çok iyi tanıyan, Binbaşı Hüseyin Avni Bey'in “Alparslan Grubu” diye de tanınan 42 nci Alayı ile Topal Osman Ağa'nın 47 nci Alayı gelebilirdi.

Binbaşı Hüseyin Avni Bey komutasındaki 42 nci Alayın Batı cephesine sevki Erkân-ı Harbiye Vekâletince istenmişti. Sakarya Cephesine gitmek üzere Alayı ile birlikte Giresun'dan ayrılan Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 15 nci Fırka Kumandanı ve Samsun ileri gelenlerinin talebi üzerine Samsun'a vardığında birliklerini Pontus çetelerinin üzerine sevk etti. 9 Mayıs 1921 tarihinde 42 nci Alay Rumlara karşı pek şiddetli saldırılara girişti. Bölgede yuvalanan Rum çetelerini ortadan kaldırmak için yoğun çatışmalar meydana geldi. [63] Binbaşı Hüseyin Avni Bey, engin tecrübesi, yiğit ve cüretkâr kişiliği, üstün komutanlığı sayesinde çok kısa bir süre içinde Pontus çetelerini Çarşamba yakınlarında sıkıştırdı. 28 Haziran l921 günü meydana gelen şiddetli çatışmalarda Hüseyin Avni Bey kolundan hafif yaralandı. Ancak çatışmalar neticesi eşkıya hezimete uğratılarak dağıtıldı. [64]

Hüseyin Avni Bey'in komutanı olduğu 42 nci Alayın bağlı olduğu Samsun'daki 15 nci Fırka Haziran 1921 sonlarında yeniden düzenlenerek 10 ncu Fırka olarak isimlendirildi. Emrinde görev yapan 42 nci Piyade Alayının ise, Alay Karargâhı, 1 nci, ve 2 nci taburu Samsun'da 3 ncü taburu ise Karamut'ta konuşlandırıldı. [65]

Sakarya Cephesine Hareket

42 nci Alay önce Samsun'a, oradan da Sakarya cephesine gitmek üzere Giresun'dan ayrılmıştı. Alayın kahraman komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey'in şehadeti üzerine Yeni Giresun Gazetesi'nde imzasız bir yazı yazan Bekir Sükûti ayrılış anını şöyle anlatıyor:

"O'nu kahraman Alayı ile vapurda teşyi ettiğimiz gün, biz ondan ayrıldığımız için müteessirdik. O birgün ol kâfirlere haddini bildirmek fırsatına kavuşacağı için memnun ve mesrur.. Ve hatta ki, biz O'nu hiç bir zaman o günkü kadar neşeli görmemiştik!

"Büyük Alparslan'ı yakından tanıyanlar o günkü süru'du neşesinin sebeplerini de anlamakta güçlük çekmezlerdi. Çünkü, O'nun dünyadan ve hayattan beklediği en büyük ve en derin zevklerden biri de şu idi: Canavar Yunanlılarla, Yunan ruhlu yılanları boğmak ve parçalamak..." [66]

Samsun'daki görevini başarıyla tamamlayan Hüseyin Avni Bey, gönüllülerden oluşturduğu 42 nci Alayı yeniden tertipledi ve eksikliklerini kısmen de olsa giderek 14 Temmuz 1921 günü Batı Cephesine ulaşmak üzere Alayının başında Ankara istikametine hareket etti. Yol güzergâhındaki Ermeni ve Pontus çetelerini temizleyerek 20 Ağustos 1921 tarihinde Ankara'ya ulaşan 42 nci Alay'ın mevcut kuvvetleri şöyleydi:

42 nci Alay erkânı: 16 nefer, 14 silâh, 25 hayvan.
1 nci Tabur: 402 nefer, 313 silâh, 21 hayvan, 1 araba.
2 nci Tabur: 321 nefer, 258 silâh, 29 hayvan, 1 araba.
3 ncü Tabur: 334 nefer, 313 silâh, 21 hayvan. [67]

Bazı kaynaklarca daha sonraki katılımlarla alayın mevcudunun 2.000 kişiye yaklaştığı belirtilmektedir. [68]

Hüseyin Avni Bey Sakarya Meydan Muharebesinde

İtilâf Devletlerinin, özellikle de İngilizlerin teşvik, destek  ve tahrikleriyle Anadolu’ya çıkarak topraklarımızı işgal eden Yunan Ordusu, Ankara’yı ele geçirerek, Büyük Millet Meclisi ve Hükümetini dağıtmayı amaç edinmişti. Bu amacına ulaşmak için Türk Ordusunun cephesini yarmak ve aynı zamanda doğu kanadından kuşatmak için bütün gücüyle saldırılarıya geçmek için hazırlanıyordu. [69]

Yunan Ordusu bütün hazırlıklarını tamamlayarak 23 Ağustos sabahı ileri harekâta başlayarak taarruza geçti. Akşam üzeri ise Mangal Dağı Yunanlıların eline geçti. Mangal Dağı, Sakarya dirseğinin 40 kilometre kadar doğusunda, Haymana’nını güneyinde 5-6 km. genişliğinde sarp ve heybetli bir dağdır. Ordumuzun cephesi Sakarya dirseğinden batıya dönükken bu dağın mevzi içine alınması, normal olarak akla gelmemişti. Yunan Ordusunun Türk Ordusunu güneyden kuşatmak niyeti tam olarak ortaya çıkınca Maraş bölgesinden binbir zahmetle getirilen 2 nci Grup bu bölgeye yerleştirilmişti. Bu kısa süre içinde mevzilerde yeterince tahkimat yapılamamış, diğer savunma hazırlıklarının tamamlanma imkânı bulunamamıştı.Yunan Ordusu bu durumdan istifade ederek güney cephesiden ordumuzu kuşatmak için kuvvetlerini bu kesime kaydırmış ve taarruzlarını şiddetlendirmişti.

Savaşın bu en şiddetli anında, Mangal Dağı ve Türbe Tepe’nin kaybedildiği anda 42 nci Alay Sakarya Muharebesine katılmıştı. Cephenin en zayıf olan bu bölgesini savunan 2 nci Grup’un (Kolordu) 4 ncü Tümen’i içinde yer aldı ve Mangal Dağı eteklerinde mevzilendi. 2 nci Grup Komutanı Albay Selâhaddin Âdil[70], 4 ncü Tümen Komutanı ise Mehmed Sabri (Erçetin) [71] idi. Binbaşı Hüseyin Avni Bey engin savaş tecrübesiyle derhal birliklerini savaş durumuna getirdi ve karşı taarruzla cephede açılan gedikleri kapatmak için harekete geçti.

Savaş, 24-25 Ağustos günleri giderek şiddetlendi ve meydan muharebesine döndü. Her geçen gün  şiddetini artırarak taarruz ve karşı taarruz şeklinde devam etti. Yunan Ordusu bütün gücüyle saldırırken Mehmetçik kanının son damlasına kadar vatanını savunmaya çalışıyordu. Dalga dalga gelen düşman taarruzları O’nun iman dolu göğsüne çarparak dağılıyordu. Hüseyin Avni Bey’in Alayının da içinde bulunduğu 4 ncü Tümen, Yağcıkebir istikametinde taarruza geçerek Yunanlıların Mangal Dağı doğusundan başlattıkları ilk kuşatma harekâtını başarısızlığa uğratmıştı.

Muharebelerin Ankara’ya kadar ulaşması ihtimaline karşı Başkomutanlık, 26 Ağustos günü Meclis ve Hükumet erkânından Ankara’da kalmalarında zaruret olmayanların Kayseri’ye nakline dair talimat verdi. Durum çok kritikleşmişti. Sakarya Muharebesi bizim için bir ölüm-kalım mücedelesi haline gelmişti. Başta İngiltere olmak üzere, müttefik Devletleri hayalperest Yunanı kullanarak bizleri mağlûp ettirerek Sevr’i uygulatmak ve Müslüman Türk’ü tarih sahnesinden silmek istiyorlardı. Bu muharebe bir Türk - Yunan savaşı değil, onlar için bir Hilâl-Haç savaşı idi. Bu yüzden bütün dünyanın gözü Sakarya’ya çevrilmiş durumdaydı. Bunun şuurunda olan milletimiz yekvücud olmuş Sakarya’da düşmanın karşısına dikilmişti. Maddî-manevî bütün gücüyle ordumuzu destekliyor, galibiyeti için çalışıyordu. O günlerde büyük şairimiz Yahya Kemal bu gerçeği dile getirerek şöyle haykırıyordu:

Şu kopan fırtına Türk Ordusudur Yârabbî!
Senin uğrunda ölen ordu budur Yârabbî!
Tâ ki yükselsin ezanlardan müeyyed nâmın.
Gaalib et, çünkü bu son ordusudur İslâmın.

Mehmed Akif de içinde bulunduğumuz durumu mısralarına şöyle döküyor ve gaalibiyetimiz için Allah’a yalvarıyordu:

Müslüman yurdunu her yerde felâket vurdu;
Bir bu toprak kalıyor dinimizin son yurdu.
O da çiğnendi mi, çiğnendi demek dîn-i mübîn.
Hâkisar eyleme Yârab onu olsun!
- Âmin!

Yunan Ordusu vermiş olduğu büyük kayıplara rağmen taarruzlarına ısrarla devam ediyor, kahraman mehmetçiklerimiz ise düşman taarruzlarını önlemek, onları işgal ettikleri vatan topraklarından söküp atmak için bütün güçleriyle savaşıyorlardı. Binbaşı Hüseyin Avni Bey‘in bu büyük cihatta, Alayının önünde Yunanlılarla göğüs göğüse, adeta kükreyen arslanlar gibi çarpışmasını cepheden dönen askerler şöyle anlatıyordu:

“Kahraman alayıyla harp safları arasına dahil olunca, kabına sığmaz ve zaptedilmez bir hale gelmiş, bir elinde tabanca, ötekinde kalın bir sopa, coşmuş ve kükremiş arslanlar gibi, Yunanlı yılanların üzerine saldırmış, bir taraftan tabancasını kafalarının taslarına dayayarak patlatırken, öbür taraftan ağır ve kalın sopasıyla da bir çok yılanın başlarını eziyor ve canlarını Cehenneme gönderiyordu.

“Birgün Alayının önünde düşman tepelerken yaralanmış. Bir eliyle yerden aldığı bir avuç toprakla yarasını bastırır tedavi ederken diğer eliyle de yine karşısındaki yılanların başlarını eziyor ve haklarını veriyordu.” [72]

26 Ağustos günü, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesinin en kanlı, en buhranlı günlerinden biri olarak tarihe geçti. Kuvvetçe, hele hele silâh ve cephanece çok üstün olan düşman saldırmış, Mehmetçik ise mevzilerini savunmuş, zaman zaman gerilemiş, fakat dayanmasını bilmişti. Bugün de en şiddetli muharebeler 42 nci Alayın da içinde olduğu 2 nci Grup bölgesinde cereyan etmişti.

27 Ağustos günü savaş erken saatlerde başladı ve yine bütün şiddetiyle devam etti. Akşama doğru ise muharebenin hızı kesildi.

Hüseyin Avni Bey’in Yaralanması ve Şehadeti

28 Ağustos 1921.. Bugün savaşların en yoğunu ve en kanlısı yine bu cephede, Binbaşı Hüseyin Avni Beyin komuta ettiği 42 nci Piyade Alayının savunduğu cephede yaşanıyordu. Yunan kuvvetleri bütün güçleriyle Türk Ordusu’nu kuşatmak ve cepheyi çökertmek azim ve kararıyla taarruzlarına devam ediyordu. Mehmetçikler yine mevzilerinde direniyor, ancak düşmanın ezici üstünlüğü, özellikle de ateş üstünlüğü karşısında ağır kayıplar veriyorlardı.

Muharebeler günboyu aralıksız  ve giderek şiddetlenerek devam ediyordu, 42 nci Alay Haymana yakınlarında bulunan Gökgöz mevkiinin güneyinde üstün düşman gücüne karşı insan üstü bir gayretle direniyor, kanlarının son damlalarına kadar mevzilerini korumaya çalışıyorlardı. İki tarafın da çok zaiyat verdiği bu muharebe esnasında, Giresun’un kahraman evlatlârından oluşan bu kahraman Alay’ın kahraman komutanı Binbaşı Hüseyin Avni Bey bir şarapnel parçasıyla yaralanmıştı. Subay ve er zayiatı büyüktü. Alay’ın bağlı olduğu 4 ncü Tümen Komutanı Yarbay Mehmed Sabri üst komutanlığa verdiği raporda:

“Subay zayiatı çok fazladır. Hücum Taburunda yalnız iki subay kalmıştır. 42 nci Alay Komutanlığı bir yedek teğmenin elindedir.” diyor ve raporunu çok acı bir durumu belirterek bitiriyordu:

“4 ncü Tümen cephanesizdir..”

Evet, Hüseyin Avni Bey’den sonra 42 nci Alayın başında bir yedek teğmen bulunuyordu ve Tümen de Alay da cephanesizdi. Ancak, yine de bu kahramanlar cephanesiz halde canları bahasına Yunan birliklerine ağır kayıplar verdirmişlerdi. O gün yapılan tesbitte, sadece 42 nci Alay’ın cephesinde 300 Yunan ölüsü sayılmıştı. [73] Bu hilâl-haç kavgasında şehadet şerbetini içen mehmetçiklerin sayısı da hayli fazla olmuş, o gün bir hilâl uğruna ne güneşler batmıştı.  

Gökgöz mevkiinin güney sırtlarındaki bu kanlı muharebelerde 28 Ağustos günü yaralanan, Tirebolu’nun yetiştirdiği büyük kahraman Binbaşı Hüseyin Avni Bey, 30 Ağustos 1921 Salı günü şehiden Hakk’ın rahmetine kavuştu. [74]

O, yıllarca cepheden cepheye koşmuş yiğit bir askerdi. Balkanlarda Müslüman halka kan kusturan Bulgar, Yunan, Karadağ, Arnavut ve Sırp çetelerine karşı başlattığı kahramanca mücadeleyi Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve Milli Mücadele ile tam yirmi yıl aralıksız, yılmadan usanmadan sürdürdü. Ardında, 72 yaşında bir anne, 26 yaşında bir zevce ile dul bir kız kardeş bırakarak bir Türk kahramanına yakışır şekilde şehit oldu. 46 yaşında ölümlerin en güzeli ile bu dünyadan göçtü.

(Hüseyin Avni Bey’in şehadetini duyuran Yeni Giresun Gazetesi’nin 22 Eylül 1337 (1921) tarihli sayısı. Acı haber gazetenin manşetinde “Büyük Kahraman Alparslan Beyin Şehadeti” başlığıyla fotoğraf destekli veriliyor. Ön sayfada ayrıca, Niyazi Tayyib’in “Şehid-i Mağfur Alpaslan Bey’in Ruhuna” ve gazetenin yazı işleri müdürü Bekir Sükuti (Kulaksızoğlu)nun “Büyük Alarslan’ın büyük ruhuna” ithaf ettiği “Feryad” şiiri yer alıyor.)

22 gün 22 gece süren milletimizin bu büyük ve mukaddes cihadında, 42 nci Alay’ın ekseriyeti de şehadet şerbetini içmiş, Kahraman Kumandanlarıyla birlikte şehitlik mertebesine ulaşmışlardı. [75] Sakarya Meydan Muharebesi’nin büyük bir zafer ile sonuçlanmasında bu mübarek şehitlerimizin payı her türlü takdirin üzerindedir. 

Hüseyin Avni Alparslan Bey'in şehadeti Giresun ve çevresinde derin üzüntü meydana getirdi. Acı haber Giresun ve Trabzon gazetelerinde geniş şekilde yer aldı. Şiirlerle, yazılarla Hüseyin Avni Bey’in şehadetinin acısı dile getirildi. Gazete sayfalarına yansıdı.

Tirebolu Tarihi adlı eserinde, Hüseyin Avni Bey'in şehadeti sonrası Giresun ve çevresindeki durumu değerlendiren Faruk Sümer; "Bu yüzden adı geçen yörelerimizin halkı Sakarya Zaferini mahzun bir kalble kutlamışlardır.” [76] diyor.

DÜŞÜNCESİ ve YAZI HAYATI

Hüseyin Avni Alparslan, sadece kılıcıyla mücadele eden kahraman bir asker değil, düşüncelerini kalemiyle de savunan vatanperver ve milliyetçi bir insandı. O; düşündüklerini ve tesbitlerini kaleme alan ve cesaretle savunan bir kişiliğe sahipti. Düşüncelerinden ve doğru bildiklerinden asla taviz vermezdi. Çağının birçok aydını gibi Türkçülerin safında yer aldı. Bu düşüncenin ızdırabını çekti.

Hüseyin Avni Bey, altıyüz yıllık bir İmparatorluğun çöktüğü bir dönemde yaşadı. Bu dönem çeşitli fikri cereyanların çarpıştığı, çöküşün sebeplerinin arandığı bir dönemdir. O, İmparatorluğun çöküşünde baş amilin yöneticilerin gayr-i Türk unsurlardan meydana gelmesi ve bu kişilerce Türkçenin azar azar konuşma ve yazma dili olmaktan çıkartılması olduğuna inanıyordu. Bu düşüncesini dostlarıyla, arkadaşlarıyla paylaşıyor, yazılarında dile getiriyordu. Kendisini yakından tanıyan Dr. Rıza Nur bu özelliğini şehadetinin ardından şöyle dile getiriyor:

“Çok Türkçü idi. Ben de onu çok severdim. Milli bir kahramandı. Tanrı rahmet etsin. Nur içinde yatsın. Yeri cennet olsun.” [77]

O'nun için Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu; “ İkinci Meşrutiyet çağımızın sağlam Türkçülerinden Tirebolulu Hüseyin Avni, Harbiye'den yetişme kudretli bir kumandan ve bilgili idi “[78] diyor.

Değerli tarihçi merhum Prof. Dr. Faruk Sümer de Alparslan Bey'in bu yönünü “Hüseyin Avni Alp Aslan Bey, Türkçü ve Milliyetçi bir insandı. Vatan ve Milletini çok seviyordu. Türkçe'nin tabii yolundan çıkarılmasından ve anlaşılmaz bir hale getirilmesinden bir çok Türk aydını gibi müteessir olarak yazılarında bazan çok eski Türkçe kelimeler kullanmıştır." [79] cümleleriyle dile getiriyor.

Faruk Sümer Çepniler adlı kitabında da Hüseyin Avni Bey'den ve konuyla ilgili çalışmalarından şöyle sözetmektedir:

"Tirebolulu Binbaşı Hüseyin Avni Bey'e gelince, o, Sakarya "Melhame-i Kübra" sında (yani çok çetin savaşta) şehid düşmüştür. O aynı zamanda Türk kültürü ve Türklük meseleleri hakkında makaleleri olan değerli bir yazardı. Merhum Binbaşı Alparslan Bey, elindeki çok mahdud malzemeye rağmen Trabzon bölgesindeki Türk halkının tarihinde Çepniler'in önemli bir rol oynadığını ortaya koymuştur." [80]

Hüseyin Avni Bey; Türk dili, etnografyası ve kültürü üzerine çalışmalar yapmış, düşünmüş ve araştırmıştır. Bu çalışmalarını makaleler halinde Erzurum'da Albayrak Gazetesinde, İstanbul'da Türk Yurdu Derneği’nin neşrettiği, dönemin önemli kalemlerinin de yazdığı Türk Yurdu Mecmuasında[81] Giresun’da Yeni Giresun ve Gedikkaya gibi gazetelerde neşretmiştir.

O, muharebe meydanlarında dahi ülkesini, milletini ve kültürünü düşünür, bu düşünce, tesbit ve tekliflerini de kaleme alırdı. Hüseyin Avni Bey'in bu özelliğine bir örnek olarak Birinci Dünya Harbi devam ederken Şark Cephesinden yazdığı, Türk Yurdu Mecmuasının Mart 1331 (1915) tarih ve 319’uncu sayısında yayınlanan mektubunu verebiliriz. Mecmua Müdürü Akçuraoğlu Yusuf’a ”Ağabey “ diye hitap ettiği ve “Şark Ordusunda Cenk eden Bahadır Zabitlerimizden Birisi Yazıyor “ başlığıyla sunulan mektubunda Hüseyin Avni Bey şöyle diyor :

“ Türk Yurdu Mecmuası Müdürlüğüne

Bu yıl epeyce cenk ettim. Cenk ederken ayaklarımı dondurdum. İyiletmek üzere Erzurum'a geldim. Boş dururken canım bir makale yazmak istedi, yazdım. Size gönderiyorum. Mümkün olursa Türk Yurdu'nun bir köşesine, bir bucağına sıkıştırınız. Şimdi ayaklarım iyileşti. Yine cenkleşmek üzere kavga yerine gidiyorum. Bilmem feth olunan yerlerdeki Türklerin haline ve harbine dair yazsam makbule geçer mi? Öz sayimemi sunarım ağabey. 


                                                                                             Alp Arslan“

Türk Yurdu'nun cevabı ise mektubun hemen altında :

“ Bir elde kılıç bir elde kalem.. Bir Türk bahadırına yakışan da işte budur. Başka bir menba’dan öğrendiğimize göre Alp Arslan Beğ kumandası altındaki askerleriyle Pançerut Boğazında Rusların bir taburunu mahvetmiştir. Erlik meydanından gönderdiği ilmi makalesini “Türk Yurdu“ büyük bir iftiharla neşrediyor. Fetholunan yerlerdeki Türklerin haline dair yazacaklarını, bittabii daha büyük bir iftiharla dercedecektir. “[82]

Hüseyin Avni Bey; çağının modasına uyarak yazılarını “Alp Arslan“ mahlasıyla yayınlamıştır. Düşüncelerini sade Türkçe ile kaleme almış, çok eski Türkçe kelimeleri bilhassa Divan-u Lügat'it Türk'ten istifade ederek kullanmış, bunlardan yeni kelimeler türetmiştir.

Trabzon İli Laz mı? Türk mü?

Alparslan Bey'in kitap halinde yayınlanan tek çalışması “Trabzon İli Lâz mı? Türk mü?“ adını taşıyan 24 sahifelik bir cep kitabıdır.

Doğu Karadeniz'de yaygınlaşan Pontus ve Ermeni iddialarına cevap teşkil etmek üzere kaleme aldığı bu değerli çalışma 1921 yılında Yeni Giresun matbaasında 10.000 adet basılarak bedava dağıtılmıştır. Kitabın basımına ve dağıtımına Milli Müdafaa Vekâletinin de maddi katkıları olduğunu Hüseyin Avni Bey’in şehadeti üzerine Yeni Giresun Gazetesinde yayınlanan makaleden öğreniyoruz. [83]

Günümüzde bilinmeyen bu eseri gündeme getiren, tanıtılmasına çalışanların başında değerli tarihçilerimizden merhum Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu gelmektedir. Kitabın müellif imzalı bir nüshasının mikrofilmini Milli Kütüphane’ye veren, makale ve konferanslarında kitaptan sözeden Kırzıoğlu “Milli Tarihimizde Trabzon“ makalesinde Binbaşı Hüseyin Avni Alparslan ve eseri hakkında şöyle diyor :

“O'nun Giresun, Trabzon ve Rize'de Jandarma Alay Komutanı[84] iken köylere varıncaya atla dolaşarak yaptığı araştırmalara göre hazırladığı ve çağın Türkçülerini örnek alarak “Alp-Arslan“ mahlasıyla İstanbul'da “Türk Yurdu“ dergisi, Erzurum'da “Albayrak“ gazetesinde çıkan makalelerinde yaptığı gibi “Sade Türkçe/Öz Türkçe”ye göre kaleme alıp 1921 Martında Giresun'da bastırdığı, Trabzon tarihini dil ve mezhep bakımlarından inceleyen son derece değerli 24 sayfalık cep kitabı kılığındaki eserin adı şöyledir: “Trabzon İli Lâz m? Türk mü?" [85]

(“Trabzon İli Laz mı Türk mü?.. Hüseyin Avni Bey’in hacmi küçük, anlamı ve değeri büyük olan bu eserin, rahmetli Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu tarafından Milli Kütüphane Mikrofilm Arşivine kazandırılan müellif imzalı bir nüshasının kapağı. Hüseyin Avni Bey kitabını Trabzon valiliği ve milletvekilliği de yapmış olan “Deli Hamid” olarak ünlenen Hamit Bey’e; “Erzurum Valisi Hamid Beğefendi Hazretlerine ref'ü takdim kılınır.
  
17.4.37 (1921)
Giresun Nizamiye Alay Kumandanı
Hüseyin Avni Alparslan” ifadeleriyle imzalamıştı.)

“TRABZON İLİ LÂZ MI? TÜRK MÜ?” Hüseyin Avni Bey’in bu ad ile yayınlanan eseri O’nun kitap halinde çıkmış ilk ve son eseridir. Şahsi dosyasında yer alan hal tercemesinde kendisi; “Türkoloji ile meşgul oluyorum. Trabzon Vilâyetinin etnografi ve tarihi hakkında 24 sahifelik ufak bir eserim vardır.” ifadeleriyle ilmi meşguliyeti ve bu kitabı hakkında bilgi veriyor.

Kitap hakkında daha geniş bilgiyi ise, Hüseyin Avni Bey’in şehadetinden sonra Yeni Giresun Gazetesinde çıkan “Büyük Kahraman Alparslan Bey’in Şehadeti” başlıklı yazıdan öğreniyoruz. Yazıda kitabın yazılış amacı, basımı ve dağıtımı hakkında şu bilgiler verilmektedir:

“Pontusçuların, Trabzon ve havalisi hakkındaki aduvvi hareketlerine pek mesnet bir cevap olmak üzere, bu havalinin pek eski zamanlardan beri Türk olduğunu bildiren eseri, Müdafa-i Milliyemizin himmet ve gayretiyle 4-5 ay evvel Giresun Matbaasında onbin nüsha olarak tabedilmiş ve meccanen bütün köy ve kasabalara tevzi edilmiştir.” [86]

Hacmi küçük, anlamı ve değeri büyük olan bu eserden günümüzde ilk söz eden Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu olmuştur. Kırzıoğlu ayrıca eserin müellif imzalı bir nüshasını Milli Kütüphane Mikrofilm Arşivine, bir fotokopisini de Trabzon İl Halk Kütüphanesine kazandırmıştır.

“Trabzon İli Lâz mı? Türk mü?” adlı eser son yıllarda yeni yazıya çevirilerek iki kez tarih dergilerinde yayınlandı. İ.Gündağ Kayaoğlu’nun yeni yazıya aktarımıyla ilk kez Tarih ve Toplum Dergisi’nin Haziran 1995 tarihli sayısında yer aldı. [87]. Ancak, fahiş okuma ve tashih hatalarıyla dolu, kelime ve cümlelerin atlandığı bu metin, bu sahada saygınlığı bulunan Gündağ Bey’e de Tarih ve Toplum Dergisi’ne de pek uygun düşmemiştir. [88]

İkinci defa ise, merhum Hüseyin Avni Alparslan Bey’in hemşehrisi Ayhan Yüksel tarafından yeni yazıya çevrilerek Türk Dünyası Tarih Dergisi’nde yayınlanmıştır. [89]

Makaleleri

Hüseyin Avni Bey’in  “Tirebolulu Alp Arslan” müstearı ile Türk Yurdu Derneği tarafından neşredilen, dönemin önemli fikir ve kalem erbabının yazı yazdığı Türk Yurdu Mecmuasına, Erzurum’da yayınlanan Albayrak ve Giresun’da yayınlanan Yeni Giresun, Gedikkaya gibi gazetelere makaleler yazdığını biliyoruz. Ancak, bu konuyla ilgili on yılı aşkın bir süredir çalışmamıza rağmen adıgeçen gazetelerin koleksiyonlarına ulaşmak, dolaysıyla bu makaleleri  görmek mümkün olmadı. [90]

Hüseyin Avni Bey, yazılarında “Alp Arslan” veya “Tirebolulu Alparslan” mahlasını kullanırdı. Çevresinde de çoğunlukla bu adla anılırdı. O’nun Yeni Giresun Gazetesi ile münasebetlerine, şahsiyetine, yazı hayatına ve düşüncesine yönelik birinci elden bilgiyi daha önce de sözü edilen “Büyük Kahraman Alparslan Bey’in Şehadeti” başlıklı yazıdan aktaralım:

“Gazetemiz aile-i tahririyesinden olan Alp Arslan Bey, yalnız kılıcıyla değil, kalemiyle de çalışmış ve hizmet etmiş güzide bir Türkçü idi. Giresun Şube Riyasetinde ve Alay Kumandanlığında bulunduğu müddetçe hergün matbaa ve idarehanemizi teşrif ile aynı zamanda ne büyük ilim ve irfan muhibbi olduğunu da ispat ederdi. Gazetemizin geçmiş nüshalarında Türk tarihine, ahval-i ictimaiyesine aid bir çok makaleleri vardır.” [91]

Hüseyin Avni Beyi’in makalelerinden elimizde dört adedi mevcuttur. Türk Yurdu Mecmuasında yayınlanan bu makaleler;

1 - “Türkçenin Başına Gelenler - Gelmekte Olanlar / Yapma ve Değiştirmelerden “
2 - “Türk Adı Araştırmalarından: Edebali” [92]
3 - “Kayı Han mı? Kaya Han mı?” [93]
4 - "Türk Bayramlarından Ot Göçü” başlıklarını taşımaktadır.

Bu makalelerden en fazla ilgiyi, günümüzde de Trabzon-Giresun arasındaki bölgede, özellikle Şalpazarı yöresinde bütün canlılığı ile yaşamakta olan “Ot Göçü” şenliklerini ele alan makalesi görmüştür. 1915 yılında Türk Yurdu Mecmuasının “İctimaiyat” bölümünde yayınlanan bu makale, yayınından 24 yıl sonra yeni harflerle “Halk Bilgisi Haberleri Mecmuası”nda yer aldı. [94]

Makale, yeni yazıya ikinci kez İ.Gündağ Kayaoğlu tarafından aktarılarak “Trabzon Kültür Sanat Yıllığı 87” adlı eserde yayınlandı. [95] Makalenin bir başka çevirimyazısı ise Veysel Usta tarafından yapılarak “Çepniler ve Türk Bayramlarından Ot Göçü” başlığı altında Trabzon adlı dergide çıkmıştır. [96]

SONUÇ

Büyük kahraman Şehit Binbaşı Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan’ı tanıtmaya, makale ve eserleri hakkında imkânlar ölçüsünde eksik ve sınırlı da olsa bilgi vermeye çalıştım. [97]  Şehadetinin 78 nci yılında kahraman şehit Hüseyin Avni Alparslan Bey’i ve bu toprakları kanlarıyla sulayarak bizlere vatan olarak armağan eden bütün şehitlerimizi rahmetle ve minnetle anıyorum. 78 yıl sonra bugün; onun bileğiyle, yüreğiyle, kalemiyle mücadele ettiği düşmanlarımızın -taktikleri değişik de olsa- düşmanlıklarının aynı olduğunu görüyoruz. Bu düşmanlara karşı bu millet, bu coğrafya İnşaallah nice Alp Arslanlar çıkartacaktır. Bunun da yolu Hüseyin Avni Beyleri tanımaktan, örnek almaktan geçtiğine inanıyorum. Mekânı Cennet olsun. Nur içinde yatsın.

DİPNOTLAR:

[1]Prof. Dr. Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi, İstanbul 1992, s.140 (Rahmetli Faruk Sümer’in bu dilekleri kısmen de olsa Ayhan Yüksel Bey'in teşebbüsleriyle Tirebolu'nun değerli yöneticileri tarafından bir okula adı verilerek yerine getirilmesi sevindirici bir gelişmedir.)
[2] Hüseyin Avni Bey'in doğum yeri hakkında belge eksikliği dolayısıyla belirsizlik ve tereddütler mevcuddur. Merhum hakkında bugüne kadar yapılan biyografik yayınların büyük çoğunluğunda doğum yeri Kurugeriş Köyü olarak verilmekte idi. (Bkz. Ayhan Yüksel Eselioğlu, Sakarya Savaşı Şehidi Tirebolulu Hüseyin Avni Alparslan, Yeşil Giresun Gazetesi, 14 Haziran 1983; Veysel Usta, Tirebolulu Hüseyin Avni Bey, Kıyı Dergisi, Şubat 1994, Sayı: 95, s.24; İsmail Bozalioğlu, Sakarya Savaşı Şehidi Tirebolu'lu Hüseyin Avni Alparslan ve Şahsiyeti, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Kasım 1994, Sayı: 95, s. 58) Ancak, konu hakkındaki hassasiyetini yakinen bildiğim ve bu vadideki çalışmalarıma önemli katkıları olan araştırmacı Ayhan Yüksel, Hüseyin Avni Bey'in Tirebolu'nun Cintaşı Mahallesinde doğduğunu, babasının bilahare Kurugeriş Köyüne yerleştiğini iddia etmektedir. (Bkz. Ayhan Yüksel, Millî Mücadele'de Bir Sarıklı... Müftü Ahmet Necmettin Efendi, Tarih ve Medeniyet Dergisi, Ocak 1998, Sayı: 46, s.51) Tevsik edici belge bulunmamasına rağmen, yakın akrabalarının ifadelerine dayanan bu görüşü ben de benimsiyorum.  
[3]Alağıdere:Eskiden Tirebolu'ya bağlı, halen yeni ilçe olan Güce Kazasının Gürağaç köyü.
[4]Trabzon Lisesi 100. Yıl Albümü, Trabzon 1987, s. 121
[5]Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Başkanlığı Arşivindeki (P.316-36) şahsi dosyasında bulunan otobiyografisi., Ayrıca, "Şehid-i Mağfur Alparslan Bey'in Terceme-i Hali", Yeni Giresun Gazetesi, 22 Eylül 1337, Numaro: 89.
[6]Menlik/Melnik :Osmanlı döneminde Serez Sancağında bir kasaba. Halen Bulgaristan toprakları içinde.
[7]Petriç :Bulgaristan‘ın güney batısında, Yunanistan hududunda bir şehir.
[8]Demirhisar : Osmanlı döneminde Selanik Vilayetinin Serez Sanacağında bir kaza merkezi. Şimdi Yunanistan’da. Yeni adı Siderikastron, Valovişte.
[9]Şahsi dosyasında ve Yeni Giresun Gazetesindeki  biyografiler
[10]Şahsi dosyasındaki biyografi
[11]Şehid-i  Mağfur Alparslan Bey'in Terceme-i Hali - Yeni Giresun Gazetesi - 22 Eylül 1337, Numaro: 89
[12]İtalyanların 1911'de Osmanlı İmparatorluğunun Trablusgarp Vilayeti ve Bingazi Sancağına aniden saldırması üzerine, bu fırsatı değerlendiren Balkan devletleri Rusya'nın da ön ayak olmasıyla aralarında ittifak oluşturdular. Amaç, Osmanlı hakimiyeti altındaki Rumeli topraklarının Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan gibi Balkan ülkeleri arasında paylaşılması idi. Bu sıralar Osmanlı devletinin askeri durumu hiç de iyi değildi. Savaşın hemen arifesinde Rumelideki birliklerimizin büyük bir kısmı terhis edilmişti. Tarihimizin en acı mağlubiyetinin ve olaylarının yaşanacağı Balkan Harbine  ülkemiz; hazırlıksız, entrikalar ve siyasi çalkantılar içinde girmek zorunda bırakılmıştı.
[13]Tıp Fakültesinde hocalık da yapan Dr. Bahaddin Şakir (Baha Şakir); (doğ. 1877 - ölm. 1922) İttihat ve Terakki Cemiyetinin önemli kişilerindendir. Ahmet Rıza Bey ile çalışmış, Şura-i Ümmet gazetesini çıkarmıştır. Cemiyetin Merkez Komitesi üyeliği görevini de yürüten Bahaddin Şakir, Teşkilat-ı Mahsusa’nın siyasi bölüm şefi olarak oluşturulan alaylarla Birinci Dünya Harbinde doğu cephesinde görev yapmıştır. Harpten sonra İttihatçıların diğer elebaşlarıyla birlikte yurt dışına kaçmıştır. Dr. Bahaddin Şakir ve Trabzon Valisi Cemal Azmi Bey Ermeni komitacılar tarafından 16 Haziran 1922 günü Berlin‘de pusuya düşürülerek şehit edilmişlerdir.
[14]Teşkilat-ı Mahsusa, İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, özellikle Enver Paşa gibi lider kadrosu tarafından oluşturulmuş bir istihbarat kuruluşudur. İttihatçıların yönetimi ele geçirmesiyle resmiyet kazanmış, ancak gizliliğini sürdürmüştür. Teşkilat, kurduğu birliklerle Birinci Dünya Savaşı esnasında çeşitli cephelerde savaşa katılmıştır. Teşkilât-ı Mahsusa Birlikleri adıyla anılan ve daha ziyade gönüllü çetelerden meydana gelen bu birliklerden 3 adedi Kafkas Cephesinde Lâzistan, Tortum ve Van Gölü civarında görev yapmıştır. Yakup Cemil, Dr. Bahaddin Şakir ve Filibeli Hilmi gibi İttihat-Terakki ileri gelenlerinin komutasındaki bu kuvvetler olağanüstü kahramanlıklar sergilemişlerdir. Savaş sonrasında adını değiştirmiş olan Teşkilât-ı Mahsusa, çeşitli adlar altında yeni teşkilâtlar kurarak (Karakol Cemiyeti, MM v.s. gibi)  Millî Mücadele’ye önemli katkılar sağlamıştır.
[15]Tavasker/Tavusker: Erzurum'un Olur İlçesinin eski adı.
[16]Pancirot;Şenkaya İlçesinin Kömürlü Bucağına bağlı,  yeni adı İnceçay olan bir köy.
[17]Milo/Melo: Artvin'in Zeytinlik Bucağına bağlı Sarıbudak Köyü. Milo Müfrezesi karargâhı bu köyün Kürdeza Mahallesinde bulunuyordu.
[18]Bayburt İlinin yeni adı Yıldırım olan köyü.
[19]Bayburt’a bağlı Maden Bucağı’nın bucak merkezi.
[20]Bayburt’un Gümüşsu Köyü.
[21]Türk Yurdu Mecmuası,  c.8, N0: 319, Mart 1331, s.2547
[22]Çatak; Erzurum’un Oltu İlçesine bağlı, halen aynı adı taşıyan köyü.
[23]Nurşin/Norşen; O bölgede bu adı taşıyan birçok köy vardır. Hüseyin Avni Bey’in Ruslar ile muharebe ettiği Norşen, Tortum’a bağlı Karlı Köyü veya Şenkaya’nın Gaziler Bucağına bağlı Esenyurt Köyü olabilir. Bizce Esenyurt Köyünün olma ihtimali daha yüksektir.
[24]Ergenis/Erkinis: Ínceleri Tavasker (Olur) İlçesine bağlı bir köy iken daha sonra Yusufeli İlçesine bağlanan şimdiki Demirkent.
[25]Halid Paşa (Deli Halit Paşa); (doğ. 1883 - ölm. 14.02.1925) Birinci Dünya Savaşında yüzbaşı rütbesindeyken Yakup Cemil Bey’in Kafkasya Mürettep Alayına 2 nci Tabur Komutanı olarak atandı. Gösterdiği başarılar sonucu hızla terfi ederek Çoruh Müfrezesi Komutanı, bilahare 3 ncü Fırka ve 9 uncu Kafkas Fırkası komutanı oldu. Millî Mücadeleye önemli hizmetleri geçen, kahramanlıkları dillerde dolaşan Halit Paşa 2 nci TBMM’ne Ardahan milletvekili olarak seçildi. Aralarında vuku bulan bir münakaşa sonucu Afyon Milletvekili Ali Çetinkaya (Kel Ali) ve arkadaşları tarafından 14 Şubat 1925 tarihinde TBMM içinde vurularak öldürüldü.
[26]Hüseyin Avni Bey’in şahsi dosyasındaki biyografisinden.
[27]Vehip Paşa; (doğ. 1877 - ölm. 1940) Çeşitli cephelerde yurt savunmasında bulunmuş döneminin şöhretli komutanlarındandır. Vehip Paşa Balkan Savaşında Yunanlılara esir düştü. Birinci Dünya Savaşında Çanakkale Cenup Grubu Kumandanlığı yaptı. Çanakkale’deki başarılarından dolayı Kafkas Cephesindeki 3 ncü Ordu Komutanlığına getirildi. Ruslarla çetin muharebeler yaptı. Mütarekeden sonra tutuklandı. Bilahare İtalya’ya kaçtı. İtalya-Habeş savaşında Habeşistan Ordusunda komutanlık yaptı.
[28]Salâhaddin Bey (Hüseyin Salâhaddin Köseoğlu); (Doğ.1882 - ölm. 06.10.1949) Birinci Dünya Savaşında 5 inci Kafkas Fırkası, 10 uncu Fırka, 2 nci Kafkas Kolordusu ve 4 üncü Kolordu komutanlıkları yaptı. Sivas Kongresi’ne 3 ncü Kolordu Komutanı olarak katıldı. Birinci TBMM’ne Mersin’den milletvekili seçildi. İkinci Grupta yer aldı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle neticelenmesinde büyük katkıları oldu. Milletvekilliği sona erince askerlik görevi verilmeyen bu değerli komutan maişetini maalesef elektrik şirketinde memurluk, İETT de puantörlük gibi işlerde çalışarak temin etti.
[29]H. Avni Bey'in KKK'ndaki şahsi dosyasındaki biyografisi
[30]H. Avni Bey'in KKK'ndaki şahsi dosyası
[31]H. Avni Bey'in KKK'ndaki şahsi dosyası
[32]H. Avni Bey'in KKK'ndaki şahsi dosyası
[33]Fevzi Paşa (Mareşal Mustafa Fevzi Çakmak); (doğ. 1876 - ölm. 10.04.1950) Birinci Dünya Savaşında (1914-1918) 2 nci Kafkas Kolordusu Komutanlığı yaptı. 1918’de Genel Kurmay Başkanı oldu. Daha sonra çeşitli hükümetlerde Harbiye Nazırlığı yaptı. Birinci TBMM’ne Kozan milletvekili olarak katıldı. İcra Vekilleri Heyeti Reisi ve Millî Müdafaa Vekili oldu. İstiklâl Savaşının büyük komutanlarındandır.
[34]H. Avni Bey'in KKK'ndaki şahsi dosyası
[35]Genel Kurmay Başkanlığı, Birinci Dünya Harbinde Türk Harbi Kafkas Cephesi 3 ncü Ordu Harekâtı Ankara 1993, C. II, s.477
[36]Kâzım Karabekir Paşa: (doğ. 1882 - ölm. 26.01.1948) Askeri hayatı sürekli başarılarla dolu olarak geçmiş mümtaz komutanlarımızdan ve devlet adamlarımızdandır. Özellikle Kafkas Cephesindeki başarılarıyla milletimizin gönlünde taht kurdu.
[37]a.g.e. s. 483
[38]Nuri Paşa/Nuri Killigil, (Doğ.1889 - Ílm.1949) Enver Paşa’nın kardeşi. Kafkasya Harekâtında komutan olarak görev yaptı. Mütarekeden sonra İngilizler tarafından tutuklanarak konduğu Ardahan Hapishanesinden firar etti. Ardından gittiği Kafkasya'da ve Azerbaycan'da emperyalistlere karşı isyan eden müslümanlara liderlik yaptı.
[39]Mahmut Goloğlu - Erzurum Kongresi, Ankara 1968, s. 11-12, Pontusçuluk faaliyetlerine dair daha geniş bilgi için bkz.: Doç.Dr. Mesut Çapa, Pontus Meselesi, Trabzon ve Giresun’da Milli Mücadele, Ankara 1993, Pontus Meselesi, Matbuat Umum Müdürlüğü, Ankara 1338 (Kitap, Dr. Yılmaz Kurt tarafından yeni yazıya aktarılmış ve TBMM yayınları arasında çıkmıştır.), Kadir Mısıroğlu, Yunan Mezalimi - Türk'ün Kara Kitabı, İstanbul 1968
[40]Tarihi gerçeklere aykırı olarak azınlıkları tahrik eden, teşkilâtlandıran, silâhlandıran ve Müslüman Türk'ün üzerine saldırtan emperyalistlerin en önemli merkezlerinden birisi Merzifon Amerikan Koleji idi. Bu fesat yuvasının direktörü Amerikalı White, ele geçen mektubunda ihanetini gizlememekte, kanaat ve çalışmalarını şöyle anlatmaktadır: "Hıristiyanlığın en büyük rakibi Müslümanlıktır. Müslümanların da en kuvvetlisi Türkiye'dir. Bu hükümeti ve memleketi devirmek için Ermeni ve Rum dostlarımızı terketmemeliyiz. Hıristiyanlık için Ermeni ve Rum dostlarımız tarafından o kadar kan feda edildi ki, bunlardan bir çoğu İslamlara karşı mücadelede şehit oldular... Unutmayalım ki, kutsal hizmetimizin sonuna kadar daha pek çok böyle şehit kanı akıtılacaktır. Alevilere de mezhep hususunda serbestlik tanırsak onlar da bize katılacaklardır. Bizim görevimiz bu fırsatı kaçırmamak, gereğine uygun hareket eylemektir. Hıristiyanların şimdiye kadar görmüş oldukları zulümlere karşı onların zekâtını ödeyecek bir ruh aşılamalıyız. Biz bunu şimdiye kadar yaptık ve muvaffak da olduk." (Genel Kurmay Başkanlığı, Türk İstiklâl Harbi İç Ayaklanmalar, Ankara 1964, s. 138)
[41]Dr. Ali Naci (Duyduk) : Millî Mücadele'nin öncülerindendir. 1893 yılında Giresun'da doğdu. İstanbul Tıp Fakültesinde okurken Çanakkale Savaşlarına katılmıştır. Íğrenimini tamamladıktan sonra ise tabib teğmen olarak Yıldırım Orduları emrinde görev yaptı. Terhisinden sonra Giresun'a döndü.Giresun'u Erzurum Kongresinde temsil eden, daha sonra Giresun Belediye Başkanlığı ve üç dönem Giresun Milletvekilliği de yapan Dr. Ali Naci Duyduk 15.10.1980 günü vefat etti.
[41]İbrahim Hamdi (Kitabcızâde)/Muhsin Elgen (doğ. Giresun 1892 - ölm. Ankara 1971): Babası Giresun'un eşraf ailelerinden Hamdi Bey, annesi Trabzonlu Fatma Hanımdır. Edinburg Üniversitesinde tahsil yaparak elektrik mühendisi olan İbrahim Hamdi yedek subay olarak Çanakkale muharebelerine katıldı. Giresun'a döndüğünde Işık ve Karadeniz gazetelerinde çoğunluğu "Muhsin" müstearıyla yazılar ve şiirler yazdı. Milli Mücadele'nin bu bölgedeki öncüleri arasında yer aldı. Erzurum Kongresi'ne delege seçildi. Kongredeki muhalefeti dolayısıyla Giresun'dan ve ülkeden ayrılmak zorunda kaldı. 1933 yılında Türkiye'ye dönen İbrahim Hamdi, yazılarında mahlas olarak kullandığı Muhsin adını aldı. (Geniş bilgi için bkz.: M.Goloğlu, Erzurum Kongresi, s.120-125, F.Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, s.212)
[43]Işık Dergisi, Karadeniz, Yeni Giresun ve Gedikkaya Gazeteleri hakkında geniş bilgi için bkz; Hüseyin Albayrak, Trabzon Basın Tarihi, Ankara-1994, Hüseyin Albayrak, Millî Mücadele'de Giresun Basını, Giresun Tarihi Sempozyumu, İstanbul 1997, s. 287-323, Ímer Sami Coşar, Millî Mücadele Basını, İstanbul 1964
[44]Millî Mücadele dönemi Giresun basınında önemli bir yeri olan Bekir Sükûti(Kulaksızoğlu) 1883 tarihinde Trabzon'da doğdu. Darü'l Fünun Edebiyat Fakültesinden mezun oldu. Askerlik görevini Birinci Dünya Savaşı sırasında yedek subay olarak cephede yapan Bekir Sükûti, terhisinde memleketine dönerken Giresun'a uğrar ve gazeteciliğe başlar. Bekir Sükûti, 1923 yılından itibaren gazetecilik hayatına Trabzon'da devam etti ve aralıksız 37 yıl gazetecilik yaptı. En zor zamanlarda şiirleri ve yazılarıyla milli davamıza büyük hizmetlerde bulunan bu değerli gazeteci 20 Kasım 1957 tarihinde Trabzon’da vefat etti.
[45]Mahmut Goloğlu, Erzurum Kongresi, Ankara 1968, s. 20
[46]Ömer Sami Coşar, Atatürk'ün Muhafızı Topal Osman, Garanti Matbaası - 1971 Sh. 41- Mustafa Dağ, Osman Ağa. Gurbetçi Giresun Dergisi, Nisan l987, Yıl:1 Sayı: 11
[47]Cumhuriyetin 50. Yılında Giresun 1973 Yıllığı, s. 8
[48]Faik Hurşit (H.Avni Bey'in eski kâtibi) Yeni Giresun Gazetesi aynı sayı.
[49]Ömer Sami Coşar, Atatürk'ün Muhafızı Topal Osman (Osman Ağa), İstanbul 1971, s.9.
[50]Ö. S. Coşar, age. s. 41
[51]Murat Sertoğlu, Atatürk'ün Fedaisi Topal Osman, Tercüman Gazetesi, 22 Mart 1964
[52]Hüseyin Avni Bey’den sözeden kaynakların bir kısmı, yazarlarının konuyu yeterince araştırmadıklarından olsa gerek rütbesini binbaşı yerine yüzbaşı olarak yazıyorlar. Oysa Hüseyin Avni Bey 14 Eylül 1916 tarihinde binbaşılığa nasbedilmiş fevkalâde başarılı bir kumandandır. Yazılara konu olayların geçtiği tarihlerde dört yıllık binbaşıdır. Art niyetli olmayan bu yanlışlar, konuyla ilgili yazılanların ne kadar sathi olduğunu göstermesi bakımından önemli olsa gerek.
[53]M. Sertoğlu, aynı tefrika, 3 Nisan 1964
[54]Mahmut Goloğlu, Anadolunun Millî Devleti Pontus, Ankara 1973,  s.249.
[55]Türk İstiklâl Harbi III ncü Cilt Doğu Cephesi (1919 - 1921), Genel Kurmay Basımevi Ankara 1995, s. 61
[56]Ş.Kerempeli Ersöz, Osman Ağa'nın Ankara'ya Gelişinden Hatıralar, Gurbetçi Giresun Dergisi, Nisan 1987, Sayı: 11, s.39
[57]Cumhuriyetin 50. Yılında Giresun 1973 Yıllığı, Sh. 9
[58]Hacı Hafız Mustafa Zeki Efendi, 1884 yılında Bulancak İlçesinin Küçüklü Köyünde doğmuştur. Babası Kurtoğullarından Ímer Ağa'dır. Mustafa Zeki Efendi, Kurtuluş Savaşının bütün safhalarında hizmeti geçmiş, Alay Müftüsü olarak cephelerde çok değerli hizmetlerde bulunmuş Giresun'un yetiştirdiği kahraman bir din adamıdır. 3 Mayıs 1954 tarihinde vefat eden Mustafa Zeki Efendi'nin mezarı Küçüklü Köyündedir. Yaşadığı olayları cep defterine günbegün kaydettiği söylenen Mustafa Zeki Efendinin yakın tarihimiz açısından son derece önemli olan bu notlarının mutlaka yayınlanması gerekir. (Geniş bilgi için bak; Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s. 281-28, Giresun 1973 İl Yıllığı s. 9)
[59]Ahmet Ziyaeddin Efendi, tahsilini Mısır'da yapmış çok değerli bir din alimi olarak bilinir. Kendisinin Kâzım Karabekir Paşa ile yakın münasebet kurduğunu ve ona gönüllü alayların kurulması fikrini ilk defa söyleyen kişi olduğunu merhum Karabekir'in hatıralarından öğreniyoruz. Tarihçi Cemal Kutay,  "Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları" adlı eserinde Ahmet Ziyaeddin Efendi hakkında şu bilgileri veriyor: "Millî Mücadelede gönüllü alaylarını köy köy dolaşarak teşkil etmiş, Rumların sevkinde komisyon başkanlığı vazifesini adalet ve müsamaha ile yerine getirmiştir." Kutay ayrıca, Hoca'nın Kurtuluş Köyünden olduğunu, Kurtulmuş İmam lâkabıyla anıldığını, İzmir İktisat Kongresine Karabekir'in teklifiyle aza olarak katıldığı ve 1943  yılında Hakk'ın rahmetine kavuştuğunu da kaydediyor. (C.Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, s.285-286)
[60]Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1973 Ankara, s. 281-288. Ayrıca, Kadir Mısıroğlu, Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahitler, İstanbul 1990, Ali Sarıkoyuncu, Millî Mücadele'de Giresunlu Din Adamları, Giresun Tarihi Sempozyumu, İstanbul 1997, s.333-342
[61]Cemal Şener, Topal Osman Olayı, Ant Yayınları,İstanbul 1992, s. 79
[62]Türk İstiklâl Harbi - İç Ayaklanmalar, VI Cilt, Ankara 1964, s.147
[63]Mustafa Balcıoğlu, Belgelerle Millî Mücadele Savaşında İç Ayaklanmalar ve Merkez Ordusu, Ankara 1991, s.77
[64]M.Ş.Sarıbayraktaroğlu, Osman Ağa ve Giresun Uşakları Konuşuyor-İst.1975-sf. l5l, M.Dağ-"Osman Ağa" yazısında olayı; "42 nci Alayın Kumandanı Askerlik Şubesi Reisi ve Osman Ağa'nın dava arkadaşı Hüseyin Avni Alparslan Bey idi. 42 nci Alay da Samsun ve havalisinde görevini tam anlamıyla yapmış ve yöreyi Pontusçu Rumlardan tamamen temizledi." şeklinde ifade etmektedir. - Gurbetçi Giresun Dergisi- Sayı;ll - sf: l4 , S.Karaibrahimoğlu - Giresun Bütün Yönleri ve Kazaları ile - Ankara l965
[65]Türk İstiklâl Harbi İç Ayaklanmalar, s. 148
[66]Yeni Giresun Gazetesi, Büyük Kahraman Alparslan Bey'in Şehadeti, 22 Eylül 1337 , Sayı :89
[67]ATASE Arş. Kls. 729, Ds.12, f hr. 3.
[68]Í.S.Coşar, a.g.e., s.69 - M.Dağ, a.g.y.
[69]Sakarya Meydan Muharebesi hakkında geniş bilgi için bkz. Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi, Türk  İstiklâl  Harbi, Batı Cephesi Sakarya Meydan Muharebesi, Ankara 1973
[70]Selâhaddin Adil:  (doğ. 1881 - ölm. 27.02.1961) Osmanlı-İtalyan, Balkan, Birinci Dünya Harbi ve İstikâl Harbinde görev yapmış Komutanlardandır. Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı, Harp İmâlatı Umum Müdürlüğü görevlerinde de bulunmuş olan Selâhaddin Adil 1923 yılında mirliva (tümgeneral) rütbesinden isteği ile emekli oldu. 1950 yılında bir dönem TBMM’nde Ankara milletvekili olarak bulundu.
[71]Mehmed Sabri (Erçetin): (doğ. 1876 - ölm. 1956) Balkan Harbi, Birinci Dünya Harbi ve İstiklâl Harbine katılmıştır. Çeşitli birlik komutanlıkları ile askeri mahkeme üyeliklerinde de bulunmuş olan Mehmed Sabri, 1933 yılında tümgeneral rütbesinden emekliye ayrılmıştır.
[72]Yeni Giresun Gazetesi aynı sayı
[73]İbrahim Artuç, Büyük Dönemeç-Sakarya Meydan Muharebesi, İstanbul 1985, s.108. Bu muharebeler hakkında daha geniş bilgi için ayrıca bkz. Türk İstiklâl Harbi Batı Cephesi 5 nci Kısım 2 nci Cilt Sakarya Meydan Muharebesi , Genel Kurmay Başkanlığı Harp Tarihi Dairesi Yayını, Ankara 1973
[74]Hüseyin Avni Bey'in şehadeti resmi kayıtlara şu şekilde geçmiştir:"4 ncü Fırka Ağustos-Teşrinievvel 1337 Sakarya Muharebesi Zabit Zayiat Listesi: 42 nci Alay Kumandanı Binbaşı Hüseyin Avni Efendi bin Emin Tirebolu. 316-36 30.8.337 Gökgöz cenup sırtlarında" ATASE Başkanlığı İstiklÂl Harbi Arşivi Klasör: 1113, Dosya: 200, Belge: 1-3, 12-3, Ayrıca; Nusret Baycan, Türk İstiklal Harbinde Şehit Düşen Subaylar, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, IV. cilt, Sayı: 12, TTK  Basımevi, Ankara 1988, s.680
[75]Bazı eserlerde 42 nci ve 47 nci alaylardan 5.550 kişiyi aşkın şehit verilmiş olduğu, geride çoğunluğu yaralı 400 civarında kişinin sağ kaldığı belirtilmektedir. (Bkz. Cemal Şener age s.81, Mustafa Dağ agy) Ancak bu rakamlar resmi rakamlar ile çelişmektedir. Şöyle ki; Genel Kurmay Başkanlığı tarafından yayınlanan Türk İstiklâl Harbi-Batı Cephesi-Sakarya Meydan Muharesi adlı kitapta Sakarya Muharebelerinde personel zaiyatı dökümü verilmektedir. Bu dökümde; 277 subay ve 5.436 erimizin şehit olduğu, 189 subay ile 17.422 erimizin ise yaralandığı belirtilmektedir. (a.g.e., s.484)
[76]Prof.Dr. Faruk Sümer, Tirebolu Tarihi, İstanbul 1992
[77]Dr. Rıza Nur, Topal Osman Olayı, İstanbul 1993, s. 48
[78]Prof.Dr. Fahrettin KIRZIOºLU, Millî Tarihimizde Trabzon Bölgesi, Trabzon Fetih Yıllığı 1994, Ankara 1994, s.111-112
[79]Prof.Dr.Faruk SÜMER, Tirebolu Tarihi, İstanbul 1992, s.142
[80]Prof.Dr.Faruk Sümer, Çepniler- Anadolu'daki Türk Yerleşmesinde Ínemli Rol Oynayan Bir Oğuz Boyu, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayını, İstanbul 1992, s.: 95
[81]Mehmed Emin (Yurdakul), Ağaoğlu Ahmed, Müftüoğlu Ahmed Hikmet, Akçuraoğlu Yusuf gibi Türkçü aydınlar tarafından 18.08.1911 tarihinde kurulan Türk Yurdu Derneği, kuruluşunun hemen ardından 17 Teşrinisani 1327 / 24.11.1911 tarihinde aynı adla Türk Yurdu Mecmuasını çıkartmaya başladı. Naşiri: Türk Yurdu Müdürü Akçuraoğlu Yusuf, Mes'ul Müdürü ise Mehmed Emin'dir. 1924 yılından sonra mecmua Türk Ocağı'nın yönetimine geçti.
[82]Türk Yurdu Dergisi, c.8, no: 319, Mart 1331, s. 2547
[83]Yeni Giresun Gazetesi, 22 Eylül 1337, sayı: 89
[84]Hüseyin Avni Bey Jandarma Alay Kumandanlığı yapmamıştır. Ancak, bu bölgede Birinci Dünya Harbi’nde birkaç kez alay komutanı olarak bulunduğu ve Müdareke’den sonra Askerlik Şubesi Başkanlıkları (Pazar ve Rize’de)  yaptığı hayatı hakkında verilen bilgilerden hatırlanacaktır.
[85]Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Millî Tarihimizde Trabzon, Trabzon Fetih Yıllığı 1994, Ankara 1994, s.112. Prof. Kırzıoğlu, kitaplarında ve yazılarında Hüseyin Avni Bey'in bu kitabını sık sık kaynak olarak kullanmıştır. Bkz. Prof.Dr. Fahrettin Kırzıoğlu, Osmanlıların Kafkas Ellerini Fethi (1451-1590), Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1993 s.96-97
[86]Yeni Giresun Gazetesi, 22 Eylül 1337, nr.89)
[87]Tirebolulu H. Alparslan, Trabzon İli Laz mı, Türk mü? Tarih ve Toplum Dergisi, Haziran 1995, Cilt:23, Sayı: 138, s.47-54
[88]Bolca yapılan okuma hatalarından sadece bir kaç örnek: "söğülür" kelimesi "sökülür" okunarak esas mana değişmiştir. (s.47, 48), "kavlince" kelimesi "kolca" (s.51), "ibasa", "basa" kelimeleri "ibama", "bama" (s. 53) , "çingÂn" kelimesi "çindağ", Rize'nin Pazar İlçesinin eski adı "Atina", "Aniton" olarak okunmuştur.(s.53)
[89]Ayhan Yüksel, Tirebolulu Hüseyin Alp Arslan ve Risalesi, Türk Dünyası Tarih Dergisi, Eylül 1995, Sayı: 105, s.34-39
[90]Yeni Giresun Gazetesinin 1338/1922 tarihli 293'ncü sayısı Millî Kütüphanede mevcuttur.  (1962 SÇ 113)
[91]Yeni Giresun Gazetesi, 22 Eylül 1337, nr.89
[92]Meşhur Mizancı Murat’ın Tarih-i Ebu’l Faruk adlı kitabında Edebali’nin Ada-bali olduğu iddiası üzerine kaleme alındı.
[93]Müftüoğlu Ahmet Hikmet’e cevap mahiyetinde.
[94]Halk Bilgisi Haberleri, Aylık Folklor Mecmuası, Birinciteşrin 1939, yıl: 8, Sayı: 96, s.256
[95]Trabzon Kültür Sanat Yıllığı 87, Trabzonlular Kültür ve Yardımlaşma Derneği Yayını, İstanbul 1987, s.539-541
[96]Trabzon, Haziran 1988, Yıl: 1, Sayı: 18, s.9-10
[97]Daha geniş bilgi için;  Rahmetli Hüseyin Avni Bey hakkında tarafımdan hazırlanan ve 4 makalesi, "Trabzon İli Laz mı Türk mü?" adlı eserini, özlük dosyasındaki bilgi ve belgeler ile hakkında yazılanları da ihtiva eden geniş kapsamlı  "Sakarya Şehidi Binbaşı Hüseyin Avni Bey" adlı kitaba müracaat edilebilir.

Yazar İsmail HACIFETTAHOĞLU

Not: Yazı www.serander.net’ten izinli olarak sitemizde yayınlanmıştır.   



 Editör :  Ahmet KARAHAN

 
1 2 3 4 5   Bu Habere Toplam 20 Puan Verildi
3899 Kişi Tarafından Okundu.

Yorum ( 0 )   

Kayıtlı Yorum Bulunmuyor.

 

 Bu Kateoriye Ait Diğer Başlıklar

 
 
 

 

 Duyuru
 Köşe Yazıları

Ahmet TESNİMÎ

Ahmet TESNİMÎ ¬
Aforizmalar

Mehmet VARICI

Mehmet VARICI ¬
TARİH TEKERRÜR EDER Mİ?

Eda TOPAR

Eda TOPAR ¬
PLATON VE BAUDRİLLARD DÜŞÜNCESİNDE GERÇEKLİK VE GÖRÜNÜŞ

İslam Ve Hayat

İslam Ve Hayat ¬
Öz Lisânımız

Rıdvan GÖK

Rıdvan GÖK ¬
SEYİR DEFTERİ

Recep ALMAZ

Recep ALMAZ ¬
Hastalık Bile Bizim İçin Bir Nimettir

M. K. Tırpancı

M. K. Tırpancı ¬
Maksadınız Ne?
 
Henüz Haberlere Puan Verilmemiş..
 
Bugün için Haber Eklenmedi.
Bu Hafta içinde Haber Eklenmedi.
Bu Ay içinde Haber Eklenmedi.
 
 Takvim

Nisan 2024

Pts Sal Çrş Prş Cum Cts Pzr
1 2 3 4 5 6 7
8 9 10 11 12 13 14
15 16 17 18 19 20 21
22 23 24 25 26 27 28
29 30
 
 Ziyaretçi İstatistikleri
   
 Online : 1
 Bugün : 162
 Dün : 345
 Toplam : 1245815
 Ip No : 18.188.40.207
     

 
 Son Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi
 
 Popüler Haberler

Son 30 Gün içinde Haber Eklenmedi.
 
 Döviz Bilgileri

  Döviz Alış Satış
  Dolar 32.3271 32.3854
  Euro 20.9552 21.0939
 
 Hava Durumu



 
 Reklam



PageRank Checker



Editörden | Köyümüz | Tarihçemiz | Töremiz | Sülâleler | Yöreden | Eğitim-Kültür | Müellim | Müellif | Serbest Kürsü | Tespitlerim | Şair/Şuur/Şiir | İktibas | Âkif EMRE | Zaruri Yazılar | Gizlilik Politikası


 
 

   © Copyright - 04.04.2009- http://www.catak.info/ - Tüm Hakları Saklıdır. 

Sitede neşredilen yazılar, site yöneticisinden habersiz alıntı yapılamaz ve başka bir yerde yayınlanamaz.

Bu site

 Çilem.Net altyapısını kullanmaktadır.

32.623,05 saniye.