İslam Dünyasının, yirminci yüzyılın ikinci yarısından itibaren, Batı’nın siyasi egemenliğinden kurtulma çabalarının yoğunlaştığı söylenebilir. Fakat siyasi egemenliğini kazanan ülkelerin çoğunun, iktisadi, fikri, ahlaki olarak Batı’nın tahakkümünden ne kadar kurtulabildikleri tartışma konusudur. Sorun, fikri, ahlaki, siyasi tahakkümün, şimdiye kadar bilinen tüm sömürgecilik çeşitlerinden ne kadar zararlı ve ne kadar tehlikeli olduğunun yeterince bilinip bilinmediğidir.
Bu minvalde Malik bin Nebi’nin sömürgecilik ile ilgili ifadeleri dikkate değerdir. O, sömürge altında olan ülkelerde öncelikle zihinsel sömürünün çözümlenmesi, sömürüye müsait hale gelmiş bir halkın zihni, ilmi bir dönüşüm yaşaması gerektiğini savunmuş, bunun da koşullarını izah ederek alt yapısını oluşturmanın derdine düşmüştür. Ona göre zihinsel kuşatılmışlık, fiziksel kuşatılmışlığın davetçisidir. İlkine direnemeyen ikincisini alt edemez.
Malik bin Nebi ,‘Batı kültüründe neden öldürücü fikirler mevcut’ sorusu yerine ‘Niçin İslam ülkelerinde entelektüel sınıfımız doğrudan doğruya bu öldürücü fikirleri almaktadır’ sorusunu sormalıyız der. Nerede olursa olsun gerçek uyanışın temeli, ölü düşüncenin tasfiyesi, öldürücü düşüncenin ayıklanması olmalıdır. İslam dünyası, kendi düşüncelerini ortaya koyamamakta, düşünce ve çalışmaları tesadüflere bağlı kalmaktadır. O, vahiy kaynaklı dinamik düşünceyi etkisizleştirdiğimizi savunur. Değerlerimizi merkeze alarak dinamik düşünce üretmede aktör olmamamız, pasif rolünde olmamız ortaya çıkan sonucun en önemli nedenidir.
Malik b. Nebi ,’özgürlükten kaçışı’ mahkûm eder, onun tahammül edemediği aklın iptal edilmesi, insanın iradesizleşmesidir. Bu durumun ortaya çıkmasında, imanın sosyal görevlerini unutup içe dönük bireysel bir endişe haline gelmesi temel etkendir. O’na göre, toplumsal değişimlere müdahil olmalıyız. Değişim, insanla başlar ‘kendini değiştir, tarih değişsin’, ‘insan durdu mu tarih de durur’ der. Bu anlamda Müslümanın öldürücü fikirlerden kurtuluş çaresi diriltici fikirler etrafında pratik üretmektir. Kendisi sömürgeci eğitim sistemine ve idaresine de hurafelere ve pasifleştiriciliğine de itiraz etmiş, değerlerimizin aydınlığında kurduğu tarih ve medeniyet tasavvuruyla bir kurtuluş reçetesi hazırlamıştır.
Nebi, ihanet edilmiş fikirlerin intikam aldığını savunur; tıpkı yanlış yapılan köprüler, binalar gibi. Kendi fikirlerimize ihanet ettiğimiz vakalar mevcuttur (Sıffin gibi). Bunun sonucu ise ölü fikirlerdir. Nebi’ye göre, ölü fikirler sömürüye müsait olma durumunu meydana getiren nedendir. Ölü fikirler geçmişin etkisiz fikirlerine bağlılıktır. Kuşkusuz ölü fikirler Paris veya Londra’da, Sorbonne veya Oxford’un amfilerinde değil aksine Fas, Cezayir, Tunus ve Kahire’de ortaya çıkmışlardır der.
Konuyla ilgili İsmail R Faruki ise, bu günkü durumun temel nedeninin, bunalımın kaynağının ve güç merkezinin, mevcut eğitim sistemi olduğunu ifade ediyor. O’na göre toplumun değerlerinden, kültür birikiminden ve üslubundan uzaklaşmanın gerçekleştiği ve sürdürüldüğü yerler okullardır. Mevcut eğitim sisteminde gençlerin yoğrulup kıyıldığı, bilincinin Batı’nın bir karikatürü biçimine sokulduğu bir laboratuvar olarak görür.
Bağımsızlığını kazanan İslam ülkelerinin, kendi dinamiklerinden hareketle bir eğitim programı hazırlamak yerine, Batı eğitim sistemini aynen benimseyerek, devletin imkânlarını bu sistemin okullarına yağdırmaları, bırakın sömürge anlayışının ortadan kalkmasını, sömürge çarkının daha da kökleşmesine katkıda bulunduğunu ifade eder. Faruki’ye göre mevcut durum sömürge dönemindekinden daha vahimdir.
Faruki, İslam âleminde öğretilen konular ve yöntemlerin Batı’da uygulananların bir kopyası olduğunu, ama Batı’dakini işler hale getiren temel görüşten yoksun olduğunu ifade eder. Bu ruhsuz, konu ve yöntemler, farkında olmaksızın, hem ilericilik ve çağdaşlaşma gibi gösterilmekte hem de İslami değerlere alternatif olarak öğrenci üzerinde İslam’dan uzaklaştırma etkisi bırakmaktadır. Bu durum da İslam âlemindeki üniversite mezununu ukalalaştırmakta ve gerçekte çok az şey bildiği halde her şeyi bildiğini sanmaktadır.
Batılı disiplinlerde mükemmelleşme ihtimalinin bundan dolayı, Müslüman öğrenci için ulaşılamaz olduğunu ifade eder. O’na göre, bu ihtimalin gerçekleşmesi için, o alandaki bilginin bütünselliğini kavramak ve aynı zamanda o bütünselliği elde edip başkalarını geçme arzusuyla yanıp tutuşmak gerekir. Bütünselliğin bilgisini elde etmek ancak; bir davası olan insanlarda bulunabilecek bir aşkla mümkündür. Davası olmaksızın bir Müslümanın disiplindeki bilginin bütünselliğini elde etmeyi arzulaması mümkün değildir der.
Toparlamak gerekirse, gerek Malik bin Nebi, gerekse İsmail R Faruki, toplumunun dünya görüşünden hareket etmeyen bir eğitim anlayışının sömürüye açık bir pozisyon yarattığı, bu pozisyonun fiili sömürgeleşmeden daha tehlikeli olduğunu ifade ederler. Bilgi üretiminin taklitle olamayacağını ve ölü fikirlerle, kopya anlayışları aşamayan zihinlerin, sömürülmeye mahkûm olduklarını ifade ederler.
Yazı: Bilal AKGÜL