Müslümanın ibadetiyle zaman arasında bir ilişki var. ''Aşkın olanla'' temas
adeta zamana ayarlanmıştır. Akıp giden zamanı oruçla, namazla, hacla yakalar
Müslüman. Bizi kuşatan o hayat dediğimiz muhteşem zaman çizgisi oruçla
yakalanır, namazla bir an için durdurulur, hacla büyük daire tamamlanır…
Namazlar vardır hiç bitmesin isteriz… Namazla zamanı dondurmaz Müslüman,
daha çok yakaladığı o biricik anla ''zamanı çoğaltır'', bereketiyle
zenginleştirir. Gelmiş ve geleceğin tüm varlık meselesi o anda damıtılmış
olarak gözünden akar… Bitmeyecek bir duayla dökülen gözyaşı gibi…
Oruç zamana karşı yapılan bir ibadet… Evrenin tüm biyolojik macerası oruçla
kristalize olur adeta. İlk bakışta namazla zamanı durduran mümin oruçluyken
zamanın hemen geçmesini ister gibidir. İnsani bir duyguyla, kısa kış
günlerinden sıcak yazlara sarkan oruç vakitlerinin hemen geçmesi istendiği
düşünülebilir. Beşer oluşumuzla aşkın olanı arayışımız arasındaki çelişki gibi
duran bütünlük de buradan kaynaklanıyor zaten.
Oysa oruç bizim insan oluşumuzun tüm hikâyesinin bir güne sığdırılmış
sahnesi gibidir. Zaman ve mekânla kayıtlı benliğimizi aşmanın zaman içinde bir
denemesi olsa gerek. Ömürden alıp götüren zamanı oruçla yakalayan Müslümanın
beşer oluşundan kaynaklanan zaafiyetini, yakaladığı o zaman içre aşma
çabasıdır.
Oruç ve çocuk orucun en saf halini hatırlatır. Her çocuk oruçla beşeri
oluşunu idrak etmeye adım atar. Beşer olmayı idrak aşamasında olgunlaşmaya,
büyümeye başlar oruç tutan çocuk. Sahura kalkan, açlığa dayanan, iftarı
gözleyen, güneşin batışıyla iftarı dört gözle bekleyen çocuk ruhunun olgunlaşma
sınavını geçer. Oruçla içi büyür çocuğun…
Büyüklerse oruçla adeta çocuklaşır.
Oruçla arınan büyüklerin ruhu arındıkça çocuklara yaklaşır. ''Çocuklaşmaz''
ama çocukların safiyetine yaklaşır.
Çocuk oruçla ruhunu olgunlaştırırken büyükler çocuklara yaklaştıkça ruhunu
olgunluğa erdirir.
Büyüklerin orucunun çocuklardan farkı olsa olsa nefsini terbiye ederek
arınmanın gereğinin farkında oluşudur. Kendine bir terbiye edici olarak orucu
seçmeninin bilincindedir. Tıpkı çocuğun dış tehlikelere karşı bir himaye
arayışı gibi. Oruca yaklaştıkça çocukluğuna yaklaşır insan.
Zaman içine sığdırılan hayat ve ölüm çizgisi oruçla aşılmaktadır aslında.
Zaman sadece yakalanmış olmuyor oruç ona kendi hükmünü de koyuyor. Zamanın
izafiliği yeni boyut kazanarak tekrar bize iade ediliyor.
Çocukların orucunu daha çok arar olduk artık. Büyükler dünyasında oruç
çocukluk oruçlarından gittikçe uzaklaşıyor. Zamanı yakalamıyor artık büyüklerin
dünyası; zamanı tüketiyor. Orucu tüketiyor. Zamanı tükettikçe çocukluk
oruçlarına daha çok hasret duyuyorlar. Çocukluk rüyalarımızın uykulu gözlerle
yapılan sahurları, mahmurluğu ne de iple çekilen iftar vaktinin kuruyan
dudakları, susamışlığı gittikçe erişilmez oluyor büyükler için…
Oruç yine kapımızı çaldı.
Büyük kalabalıklar her geçen gün daha bir aldırışsız oluyor oruca
karşı…yoksa daha çok sayıda ''büyük'' oruç tutmaya başladı
ülkemizde…Göstergeler ne derse desin ''oruç iklimi'' nden gittikçe
uzaklaştığımız kesin. Daha çok manevi hava ve sosyal ortam anlamını kastederek
kullanılan ramazan iklimi deyimi bile oruç ve zaman ilişkisinden kopamıyor. Bir
kez daha, genelde insan oruç tutuyor gibi gelse de nedense o çocukluğumuzun
oruçlarından eser yok. Yoksa çocukluk ortadan kalktı da haberimiz mi yok?
İftar vakti birden boşalan caddeler, içine büzülen şehirler, camlardan
taşan iftar sofralarının mütevazı ışıkları her şeye rağmen orucun bizi saran
iklimine işaret ediyor. Parıltılı iftar sofraları, davetler, televizyon
programları münzevi bir oruç vaktinden çok cümbüşlü yaşamakları hatırlatıyor.
Yine de şenlikli, ışıl ışıl camiler, kalabalık meydanlar, şehre rengini veren
Ramazan ayının gelişini hatırlatıyor. ,.
Büyükler çocukluk oruçlarını unuttukça, uzaklaştıkça saf oruçlar yerine
şenlikli Ramazan gecelerine meylediyor..
Ama ben ''oruç vakti''ni arıyorum. Çocukluğumun oruçlarını.
Yazı: Âkif EMRE
Not: Bu yazı 4 Eylül 2008 tarihli Yeni
Şafak'ta yayınlanmıştır.