YAKUP HALİFE
Eski kayıtlarda Keşap nahiyesine bağlı gözüken, şimdi ise Giresun merkeze bağlı olan Tekke köyünde türbesi bulunan Yakup Halife’nin ne zaman yaşadığı ve kurduğu zaviyenin özellikleri konusuna girmeden önce, yöre halkının bu zat ile ilgili anlattıklarına ve tekkenin kurulduğu mahallin tanıtımına kısaca yer vermek faydalı olacaktır.
Yakup Halife tekkesinin kurulduğu Tekke köyü, Dereli ilçe merkezi ile Duroğlu Beldesi arasında, Aksu vadisinin güney doğu yakasında yer alan Guraba, Çakır, İbri ve Tekke mahallerinden oluşur. Tekkenin kurulduğu merkez mahalle, Çatak deresi ile Değirmenardı deresi arasında yarımada şeklinde küçük bir düzlükten ibarettir. Bahse konu köy, Anbaralan, Iklıkçı, Pınarçukuru (Arpa) köyleri ve Aksu deresi kenarında kurulmuş olan Yalıkahve yerleşkesi ile çevrili, arazisi oldukça engebeli bir yerdir.
Köy halkı, onun Giresun şehir merkezinde türbesi bulunan ve 1461 tarihinde şehrin fethi sırasında şehit düştüğü söylenen Seyyid Vakkas Hazretleri’nin kardeşi olduğuna inanır. Ayrıca halk arasında Eyüp Şıh adında bir Türk dervişinden daha söz edilmektedir. Bu zata ait olan mezarın, hazine avcıları tarafından tahrip edildiği nakledilmektedir. Menkıbeye göre “Yakup Halife zamanında sürekli kaynamakta olan üç kazan vardır. Bu üç kazanın içine ne kadar pirinç, un, bulgur, mısır atılırsa atılsın kazanın dibinde kaybolmaktadır. Kazandaki yemekler ise asla bitmemektedir. Gelip geçen ne kadar aç insan varsa kazandan aldıkları yemekle doymaktadır.”
Halkın menkıbevî tarzda anlattığı bu durum, aslında Yakup Halife zaviyesinin tarih içindeki fonksiyonunu, zaviyenin imaret (aşevi) hizmeti ile ilgili boyutunu ele vermektedir. Nitekim incelediğimiz başka zaviyelerin görevlerini ortaya koyan tahrir kayıtlarında çoğu zaman geçen “ayendeye ve revendeye it’âm-ı t’aâm edüp” ifadesinin Yakup Halife için de kullanıldığını biliyoruz. Köy halkından elde edilen bilgilere göre, bahse konu kazanlardan biri yakın zamanlara kadar mevcutken, sahipsizlik yüzünden kaybedilmiştir. Konuyla ilgili halk rivâyeti özetle şöyledir:
“Yakup Halife değirmeni yaptıktan sonra, kerametini göstererek değirmeni kendi kendine hiç tahıl koymadan un öğütür hale getirir. Halka da kesinlikle değirmenin teknesine bakmamalarını tembih eder. Yakup Halife’nin tembihine herkes uymaktadır. Günlerden bir gün, yaşlı bir kadın kızına, gidip değirmenden un getirmesini söyler. Tekneye bakmamasını da sıkıca tembihler. Değirmene gelen kız uzun süre tereddüt ettikten sonra, dayanamayıp, başını kaldırıp tekneye bakıverir. Teknede bir sarı yılan kıvrılmış yatmaktadır. Un haline gelen tahıl da bu yılanın ağzından akmaktadır. Kızın yılanı görmesiyle sır bozulur ve yılan kaybolur”.
Aslında, eski Türk inancında önemli bir yer tutan su kültü ile ilişkili bu türden değirmen hikâyelerine yörede Şeyh Mustafa, Hacı Abdullah Halife ve diğer zaviyeler ile ilgili halk rivâyetlerinde de rastlamaktayız. Genel olarak bakıldığında, bahse konu Türk dervişleri ile ilgili halk rivâyetlerinin, efsanelerin ortak yanlarının olduğunu görmek mümkündür. Bunun nedenlerini, o günün Türk toplumunun benzer hayat tarzında, İslam öncesinden gelen ortak kültür ve inanç değerlerinde aramak gerekir.
2-Yakup Halife Vakfı
Yakup Halife, Giresun ve çevresinde XIV. yüzyılın sonlarında kolonizasyon metoduna örnek gösterilebilecek ilk dönem gâzi Türk dervişlerinden birisi, belki de en mühim olanıdır. Ancak onun hakkında biyografik bilgi oluşturabilecek bir imkan yoktur. I.Selim döneminde yazılmış olan 1515 tarihli mufassal; Kanuni döneminde yazılmış olan 1530 tarihli mücmel ve 1554 tarihli mufassal tahrir defterleri, şimdilik ondan bahseden en önemli kaynaklar olarak kabul edilebilir. XIX.yüzyılın II.yarısına ait Trabzon Vilayeti Salnamelerinin Hacı Abdullah Halife, Şeyh İdris, Seyyid Vakkas ve Şeyh Kerameddin gibi isimlerden bahsetmesine karşın, Yakup Halife vakfını ve Zâviyesini anmaması ilgi çekici bir durumdur. Buna karşın aynı dönemin kadı sicillerinde bu konuda önemli bilgiler bulunmaktadır.
Vergi defterlerinde yer alan kayıtlardan anlaşıldığına göre Yakup Halife zaviyesine ilk olarak, Giresun yöresinin güney ve batı kısımlarını fetheden Hacıemiroğulları hükümdarı Gâzi Süleyman Bey tarafından vakıf tahsisi yapılmıştır. XVI.yüzyılın başlarında Trabzon sancakbeyi Bıyıklı Mehmet Bey ile Keşap yöresindeki bazı köylerin dirliğini tasarruf eden Çepni beyi Özlemiş Bey tarafından da vakıf tahsisi yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak bu ilk vakıf işlemlerini tescil eden vakfiye belgeleri elimizde yoktur.
Sultan II. Bayezıt döneminde 1496 (H.901) yılında tanzim edildiği anlaşılan; İbrahim Paşa, Siyavuş Paşa ve Mehmet Paşa gibi yüksek dereceli devlet adamlarının da şahitler olarak imzalarını taşıyan başka bir vakfiyede, konuyla ilgili önemli ayrıntılara yer verilmiştir. Buna göre, söz konusu vakfa gelir yazılmış olan köy, mezra ve yaylalar şunlardır: Avcıderesi, Sakaralanı, Atmacaalanı, İlyas köyü, Döngel, Armutalanı, Guraba, Ey(b)ri, Arpa, Halkalu, Gebek, Sarvan, Andırın, Kızılot (mezra), Çatak, Sukucak, Sekkek, Kızılcaoluk, Çıkrıkkapı, Koçalanı, Pancarkertli, Güdüldere ve Arpaçukuru. Bu yerlerin bir kısmı yayla bir kısmı köy ve bir kısmı ise meskun olmayan mezradır (ekinlik). Vakfiyede geçen bu bilgileri vergi defterleri ve XIX. Yüzyılın ikinci yarısında tanzim edilmiş vakıf defteri doğrulamaktadır. Vergi defterindeki ifadelerden anlaşılmaktadır ki, bu yerlerin bazılarının mâlikâne, bazılarının divâni vergileri; bir kısmından ise bir miktar hisse Yakup Halife vakfına gelir yazılmıştır. Vakfiyede alınan vergilerin miktarı ve cinsi ile ilgili bir ifadeye yer verilmemiştir.
Vakfiye metninde “Çatak’ta merhum ve mağfûr Yakup Halifenin mezarı” denildiğine göre, türbenin bulunduğu şimdiki Tekke köyünün o zamanki adı Çatak’tır. Ayrıca zaviyenin bulunduğu mahallenin batısından akan derenin adı da Çatak’tır. Vergi defterlerinde bu konu daha açık olarak ifade edilmiştir. Çatak kelimesi iki dağın birbiriyle birleştiği dere yatağı anlamına gelen coğrafik bir terimdir. Gerçekten de tekkenin kurulduğu mahalle iki dağın arasında, bir akarsu vadisi içinde kurulmuştur.
Yine vakfiyede Yakup Halife soyundan gelen şeyh efendiler kast edilerek “... âyende ve revendeye hizmet edüp; vâkıfın ruhu içün ve padişah-ı âlem-penâh hazretlerinin devam-ı devleti içün dua edeler” denilmektedir. Bu ifadeler, bahse konu zaviyenin, bölgeden geçen ana yol üzerindeki imâret hizmetleri ile görevli olması dışında; devrin pâdişahına da mânevi destek sağlamak gibi bir görevinin olduğunu hatırlatmaktadır.
3-Tahrir Defterlerinde Yakup Halife
Yavuz Sultan Selim’in hükümdarlığının üçüncü yılında, 1515 tarihinde yazılmış olan vergi-nüfus defterinde yer alan şu kayıt, bize önemli bilgiler sunmaktadır:
“Evkaf-ı Hânedânı mefharü’l-ârifîn Yakup Halife, ma’a câmi-i hod ber mûceb-i vakfiye-i Süleyman Beğ, mir-i Çepniyân. ve Mehmet Beğ-i mirâhûr el-müştehir Bıyıklu”
Bu kayıt yukarıda değerlendirmesini yaptığımız gibi Yakup Halifeye ilk vakıf tahsis edenlerin kimler olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Bu kişilerden biri Süleyman Beydir ki, onun bu bölgede 1397 yılında faaliyet yürüttüğü, göçebe Türkmenleri bu tarihlerde iskân ettiği bilinmektedir Bu durumda Yakup Halife 1397’li yıllarda, yani Beylikler döneminde Çatak ve çevresindeki köyleri tasarruf edecek biçimde zaviye, câmi ve sâir müesseselerini kurmuş durumdadır. Sonraki yıllarda bölgede Osmanlı idaresi kurulunca, Trabzon valisi olan Bıyıklı Mehmet Bey, zaviyeyi güçlendirecek tedbirler almış ve vakıflar tahsis etmiştir. Yukarıda yeni Türk harfleriyle sunduğumuz kaydın hemen altında, vakfa konu olan 5 köyün sosyal ve mâli durumlarına ilişkin çok değerli bilgiler sunulmuştur. Şimdi Çatak’ta meskûn olduğu anlaşılan Yakup Halife hanedanının durumunu incelemeye geçebiliriz:
1515’de zâviyenin faaliyette bulunduğu Çatak (Tekke) köyünde 23 erkek vergi nüfusu mevcuttur. Bunların pek çoğu Yakup Halife hânedânından olup, câmide hatiplik, imamlık, müezzinlik ve cüzhânlık yapmaktadırlar. Bu tarihte, Yakup Halife soyundan gelen Kasım Halifenin dört oğlundan söz edilmektedir. Bunlardan Yusuf ile Murat Halife müşterek tekkedâr; Ramazan Halife imam-hatip; İlyas Fakih müezzin; İlyas Fakih oğlu Piri ile Kasım Halifenin Şeyh Tâmu adlı oğlundan torunu Abdullah câmii mülâzımı; Şeyh Tâmu’nun oğulları İbrahim Fakih, Mustafa Fakih ve Tayip Fakih cüzhan olarak yazılmışlardır. Ramazan oğulları Fethullah ve Nurulah ile Kasım Fakih oğulları Sıddık Fakih ve Yusuf Fakih ve Halil oğlu Yusuf Fakih adlı kişiler de cüzhan olarak defterde anılmıştır. Kasım Fakihin diğer oğlu Hasan ise câmiide kayyım görevine bakmaktadır.
Bunlardan ayrı olarak 9 kişi de câmi ve zaviyenin başka ünitelerinde görevli kayıt edilmişlerdir. Bu çoklukta kişinin, ilmiye mensuplarının kullandığı fakih unvanı ile anılmış olması tesadüfi bir durum değildir. Öyle anlaşılmaktadır ki Çatak köyü ve yakınında bulunan mahallelerde Yakup Halife vakfına bağlı câmi, medrese ve imâret hizmeti veren kurumlar başlangıçtan beri mevcuttur ve Çatak köyünde oturanların tamamı da Yakup Halife’nin hânedânından olup bu hizmetleri yürütmektedir.
Yakup Halife vakfına vergi ödemekle mükellef kaydedilmiş diğer köylerden Iklıkçı’da 7; Guraba’da 4, Eyrigeriş’te 20 ve Arpa köyünde 23 neferin adı anılmıştır. Bunlardan Iklıkçı’da yaşayan Ahmet Fakih; Ey(b)rigeriş’te Latif oğlu Ahmet ve Arpa köyünde İbrahim oğlu Osman adlı kişiler hizmetkâr-ı zâviye şeklinde kaydedilmiştir. Ayrıca Sarvan köyünden buraya geldiği anlaşılan Yusuf oğlu Mevlânâ Şeyh Ali de hizmetkârı-ı Yakup Halife kaydedilmiştir. Yine Arpa köyünden Himmet oğlu Yakup Fakih adlı bir kişi de çevredeki Semâyil câmiiinin cüzhanı olarak zikredilmiştir.
1515 tarihli vergi-nüfus defterinde Yakup Halife vakfıyla ilgili başka bilgilere de yer verilmektedir. Buna göre Süleyman Beyin hibe ettiği Davut-çukuru denilen yer Yakup Halifenin mülkü olarak anılmaktadır. Trabzon sancak beyi Bıyıklı Mehmet Beyin vakfı ise meyveli ve yabani ağaçlardan oluşan bahçelik bir yerdir. Ayrıca Süleyman Halifenin mülkü zikredilmiş olan ekinlikler, Yakup Halife zaviyesine aktarılmıştır. Bahse konu Süleyman Halife hakkında ise bilgi verilmemektedir. Yine Çepni beylerinden Özlemiş Bey de, Kürtün’e bağlı Beylik köyünün gelirlerini Yakup Halife zaviyesine vakfetmiştir.
Hâlen çalışır durumdaki Değirmenardı deresi üzerinde Yakup Halife değirmeni, bu tarihte 1 kapılı (tek taşlı demek) ve icâreden 20 akçelik gelir durumu ile ifade edilirken; yine aynı dere üzerindeki Kasım oğlu İbrahim’in değirmeninin de yine 1 kapılı ve icareden 20 akçe gelir getirdiği aktarılmaktadır. Davutçukuru denilen Yakup Halife mülkünde, doğan (avcı kuş yetiştiriciliğinden) yuvasından 50 akçe gelir kaydedilmiştir. Giresun kadısının hüccetine göre Bıyıklı Mehmet Bey vakfından olan yerin (zemin) sınırları da aktarılmaktadır. Buna göre söz konusu yer: “Güneyde Soğuk Pınar ve Karaca Kaya Boğazı ile Arpa köyüne, doğuda Beğ Suyu Derbendi’den Düvenci Deresi’ne, kuzeyde Kuş Ağacı’ndan Yar’a, batıda da Ahmet Ekizi başından Tafnal Geçeği’ne bitişiktir”.
Merhum Faruk Sümer, vergi kayıtlarına bakarak Yakup Halife vakfına konu olan köy ve mezraların sosyal ve mâli özetini şöyle nakletmiştir: “Toplam: 5 köyde 36 hâne, 27 bennak, 14 caba ve 5 mücerred / Bennak resmi 14’den 540, caba resmi 13’den 221, buğday öşrü 50 kilesi 8’den 400, arpa öşrü 50 kilesi 7’den 350, darı öşrü 50 kilesi 8’den 400, meyve öşrü 25, ceviz öşrü 15, bal öşrü 50, kendir öşrü 30, koyun resmi 28, gerdek akçesi 60 ve cerâim resmi 40 olmak üzere hâsıl:2067 akçe”
Alınan vergilerin cinsine bakarak, 1515 tarihi itibariyle vakfa konu olan bu köylerin geçim kaynaklarını ve Giresun kırsalındaki sosyo-ekonomik faaliyetlerin niteliğini de tespit etmek mümkün olmaktadır. Bütün bu bilgilerin altına düşülen bir bilgi notu da bize Yakup Halifenin kişiliği ve tekkesi hakkında önemli ip uçları sunmaktadır. Önemli bulduğumuz bu kaydın transkripsiyonu şöyledir:
“Mezkûr Yakup Halife ehl-i velayet ve sahib-i keramet kimesne olmağın, Çepni beylerinden Süleyman Beğ zikrolan karyeleri, mezkûr Yakup Halifenin hânedanına ve câmiine vakfedüp, kadimden ilâ yevminâ hâzâ bunlardan öşür ve rüsum alına gelmeyüp sair Yakacık Derbendine, Yakup Halife ve Süleyman Halife köprüsüne hizmet edüp, riâyet oluna gelmişler. El-hâlet-ü hezihi Trabzon vilayeti tecdid-i defter olup zikrolan karyelerde mezbur Yakup Halife akrabasından kimesnelerin ba’zı bennak ve ba’zı caba kaydolunup, âyendeye ve revendeye hizmet edüp avârız vâki oldukça avârızâttan emin olup bunların öşrüne ve rüsumuna ve ârûsiyesine ve cerâimine ve doğanı yuvasına ve kurbanına ve kışlağına ve yaylağına sancak beğinden ve Sü başından ve Çeri başından ve gayriden kimesne vechün mine’l vücûh dahl u taarruz etmeğe diye emr olunduğu sebepten defter-i cedid-i sultaniye kayıt olundu”
Osmanlıca metinlere yabancı olan okuyucularımız için bu ifadeleri özetleyecek olursak, şu denilmek isteniyor: Yakup Halife manevî bakımdan Allah’a yakındır ve bu yüzden kerâmet sahibi bir kimsedir. Çepni beylerinden Süleyman Bey ona, çevreyi şenlendirsin imar etsin diye köy ve mezra vakfetmiştir. Buradan geçen umumi yolun güvenliğini sağlasın, köprülerin bakımını yapsın diye de karakol (derbent) muhafızlığı ile görevlendirilmiştir Ayrıca gelen geçen yolcuların barındırılması için de imarethane kurması istenmiştir. Bütün bu görevlerine karşılık yukarıda arz edilen köylerin vergi gelirleri ona ve soyundan gelen zaviyedâr kişilere tahsis edilmiş, bunlar her türlü vergiden de muaf tutulmuşlardır. Bu ayrıcalığı da hiçbir kamu görevlisinin değiştiremeyeceği ifade edilmiştir.
1530 tarihli Muhasebe-i Vilayet-i Karaman ve Rum Defteri adı ile yazılmış olan tahrir defterinde ise, aynı kayıt, ilaveler yapılarak yeniden yazılmıştır. Farklılık sadece söz konusu metnin 7.satırı içinde “..ba’zı bennak ve ba’zı caba kaydolunup” ifadesine, “rüsum-ı şer’iyye ve örfiyye vaz’ olup, iki bin yüz altmış akçe ber vech-i serbest ve mahfuz’ül-kelam hasıl bağlanup, hânedan-ı mezkûrdan her kim şeyh olursa” denilerek, “âyendeye ve revendeye hizmet edüp..” cümlesi ile de devamı getirilmiştir.
Bu defterde, söz konusu zaviye ile ilgili olarak başka bilgiler de yer almaktadır. Yakup Halife Zâviyesi’ne konu olan köyler hakkında bilgiler naklettikten sonra şu ifadelere yer verilmektedir:
“Karye-i Barça tabi-i Çepni, mezkur karyeden on dokuz kimesne, Yakup Halife Köprülerine köprücü olup ve Yakup Halife Derbendinde derbentçi ve meremmetçi oldukları sebepten, ber karar-ı sabık köprücü ve derbentçi ta’yin olundular. Madem ki, zikrolunan hizmete layıklar, avarız teklif olunmaya deyu emr olundu”
Bu kayıttan açıkça anlaşılmaktadır ki, 1530 tarihinde Giresun ilinin sınırlarının en azından önemli bir kısmı Çepni Vilayeti olarak yazılmıştır ve Yakup Halife zaviyesinin etkin olduğu köyler Vilayet-i Çepni’ye bağlı yerlerdendir. Barça köyünde yaşayanlardan bazıları da, Yakup Halife vakfına bağlı köprülerin, eskiden olduğu gibi hem onarımını (meremmetçi) ve hem de korunmasını, muhafızlığını (derbentçi) üstlenmişler; bu hizmetlerinden ötürü de, örfi bir vergi olan avarızdan muaf tutulmuşlardır.
Aynı tahrir defterinin bir başka yerinde Vilayet-i Çepni’ye bağlı Kürtün kazası köylerinden bahsedilirken, “Karye-i Alnıyoma’dan iki nefer kimesne, avârız teklif olunmaya ve üç nefer kimesne dahi Yakup Halife câmiiine meremmetçi ta’yin olundu, mezkûrlara avarız teklif olunmaya” denilmektedir. Alnıyoma, tıpkı Barça köyü gibi bu gün Giresun merkez ilçeye bağlı köylerden birisidir. Tahririn yapıldığı sırada bu köyden iki kişi, Yakup Halife câmiiinin meremmetçisi, yani tamir ve bakım işlerini üstlenmişler, bu yüzden de avarız vergisinden muaf yazılmışlardır.
1554 tarihli mufassal vergi-nüfus defterinde de bu köyler yine aynı vakfın kapsamında gösterilmişlerdir. Zâviyenin kurulmuş olduğu Çatak köyünde bu tarihte yaşayanlardan Kasım Halife oğlu Seyyid Yusuf Halife ve Veli (yahut Veled) oğlu Yakup zaviyedâr; Ramazan Halife oğlu Abdullah Halife, Hasan oğlu İbrahim ve İsmail oğlu Ramazan mülazımân-ı câmi ve İsmail oğlu Ramazan adlı diğer bir kişi ise imam olarak zikredilmiştir. Ayrıca Sarban (şimdiki Sarvan) köyü ile ilgili olan vergi kaydında, yukarıda adı geçen Şeyh Ali’nin sâlih ve mütedeyyin bir kişi olarak Yakup Halife hânedanına hizmetkâr olduğu, bu hizmetine karşılık ayrıcalıklı ve cümle vergilerden muaf tutulduğu ifade edilmektedir.
XVI. yüzyıla ait olan bu metinlerden anlaşılacağı gibi Yakup Halife, 1397’de Giresun yöresinin fetih ve iskânına, Hacıemiroğulları hükümdarı Süleyman Beyin emrinde katılmış gazi bir Türk dervişidir. Bu hizmetinden dolayı da fethettiği köyler, başında bulunduğu oymağı ile beraber kendisine yurtluk olarak verilmiş ve vakıf tahsisi yapılmıştır.
Osmanlıca metinde geçen ifadelerde “Yakup Halife, ehl-i velâyet ve sâhib-i kerâmet” şeklinde tasvir edilmektedir. Öyle anlaşılmaktadır ki, Yakup Halife başında bulunduğu Türk oymağını idare eden bir bey olmanın yanında, manevî yönüyle de halkına örnek bir önder durumundadır. Başka bir ifadeyle O, mürşit ve kolonizatör bir Türk dervişidir. Yine konuyla ilgili metinde, Yakup Halife köprüleri ve onun uhdesinde olan Yakacık Derbendi şeklinde, bazı ifadelere yer verildiğine göre, yörenin bayındırlık ve güvenlik işlerini de, lider kişiliği ile Yakup Halife üstlenmiş durumdadır. Kısaca Yakup Halife, şehirlerde kendini ibadete vermiş, halkın bağışlarıyla zaviyesini ve kendisini geçindiren klasik, münzevi bir şeyh değildir. İmar eden, üreten; atına binip gazaya/ savaşa giden, yöneten ve çevrede yaşayanların can ve mal güvenliğini sağlayan dinamik bir Türk dervişidir.
Osmanlı idaresinin bölgede tesisinden önce, kendisine yurtluk ve vakıf tahsis edilmiş olan Yakup Halifenin daha sonra, Osmanlı yönetimine girdiği zamanlarda da statüsünde bir gerileme olmamış, aksine ilave yerler tahsis edilerek söz konusu zaviye güçlendirilmiştir. Elbette bu durum Yakup Halife Zâviyesine özel bir durum değildir. Osmanlı Devletinde bütün yol boylarının ve köprübaşlarının, bu türden imtiyaz sistemiyle güvenlik ve imarının sağlandığını biliyoruz.
Yakup Halifenin, tasavvufta hangi ekole bağlı olduğu konusunda ise açıkçası bir bilgimiz yoktur. Değerli bilim adamı Bahaeddin Yediyıldız, yörede kolonizatör görev üstlenmiş olan bu ilk dönem Türk dervişlerinin, Niksarlı Ahi Pehlivan örneğinde olduğu gibi, Ahiyândan olabileceklerini ve esasen Horasan-Türkistan ekolünden geldiklerini ifade etmektedir Ayrıca Sünni bir hükümdar olduğu bilinen Süleyman Beyin ve Osmanlının baş rakibi Şii Safavi devletinin işbirlikçisi bâtınî zaviyeler karşısında son derece duyarlı olan I. Selim’in atadığı Trabzon valisi Bıyıklı Mehmet Beyin, bu zâviyeye vakıflar tahsis etmesini de bu noktada göz önünde bulundurmak gerekir.
4-Şer’iyye Sicillerinde Yakup Halife Soyu
Yakup Halifenin günümüze kadar ulaşan soy kütüğünü, eksiksiz olarak ortaya çıkarmak, elbette kolay değildir. Ancak, onun soyundan gelen ailelerin XIX. yüzyıldaki durumlarını kısmen de olsa, Giresun kazasına ait kadı sicillerinden izlemek mümkündür. Şer’iyye kayıtları, mahkeme tutanaklarından oluştuğu için, söz konusu zaviyenin, muris ve mirasçılarının isimlerini öğrenmemizi sağlamaktadır. Giresun kazası kapsamında kalan karye-i Tekye’nin ve çevresindeki köylerin halkının Yakup Halife ile olan soy ilişkilerini ortaya koymamıza kısmi de olsa bu belgeler yardımcı olmaktadır. Söz konusu belgelerde adı geçen evlad-ı vâkıftan kimseleri şu şekilde sıralamamız mümkündür
a)Mustafa oğlu Hüseyin Şeyh
1897 tarihli bir şer’iyye kaydında şu ifadelere yer verilmektedir:”Keşap nahiyesinin Tekye karyesinde defin-i hak ıtr-nâk olan Yakup Halife hazretleri vakfının tevliyeti cihetine bâ-berat-ı âl-i şân mutasarrıf olan Şeyh Mahmut Bilâl Efendinin bilâ-veled vuku’-ı vefatıyla verâseti karındaşı Hüseyin Şeyhe ve ba’de Hüseyin Şeyhin dahi vefatıyla.../ Tekye Karyesinden Hacı Mustafa-zâde Hüseyin Şeyh- (Mühür)”. Bu ifadelere bakılarak, Yakup Halife neslinden Şeyh Mahmut Bilal Efendi adını taşıyan bir zatın XIX. yüzyılda yaşadığını, ancak neslinin daha sonra devam edemediğini öğreniyoruz.
Bundan başka aynı defterin bir başka kısmında yer alan şu kayıt da bize bu konuda ışık tutmaktadır: “Yakup Halife hazretlerinin zaviyedârlık cihetine bâ-berât-ı âl-i şân mutasarrıf olan Şeyh Mustafa’nın vuku’-ı vefatıyla cihet-i mezkûr oğulları Seyyid Bilal, Mahmut, Hüseyin, Râşit Halifelere; Seyyid Mahmut vefat edince...” İfadesine bakılarak da Şeyh Mustafa’nın oğullarının Seyyid Bilal, Mahmut, Hüseyin ve Râşit adlı halife sanı taşıyan kimseler olduğunu öğrenebiliyoruz.
b)Hüseyin oğlu Şeyh Mahmut
1897 tarihli bir başka şer’iyye kaydına göre, Keşap nahiyesi Tekke köyünde yaşayan Şeyh Mahmut vefat etmiş ve mirası Yakup, Hüseyin ve Ali adlı oğullarına intikal etmiştir. Mahmut oğlu Hüseyin’in de, şer’iyye kaydının yapıldığı bu tarihten önce vefat etmesiyle veraseti oğulları Mahmut, Ömer, Mehmet ve Osman’a intikal etmiştir.
Mahmut oğlu Yakup vefat etmiş, veraseti oğulları Ömer, Ali, Emir ve Mehmet’e intikal etmiştir. Daha sonra Mahmut oğlu Ali de vefat etmiş, veraseti oğulları Mustafa, Mahmut ve Hurşit’e intikal etmiştir. Bu durumda, Yakup Halife soyundan gelen ve Mahmut adını taşıyan şeyhin neslinden üç aile grubunun ortaya çıktığı görülmektedir. Bunları, Yakup-oğulları, Hüseyinoğulları ve Alioğulları şeklinde, aile kurucu kişilerin adlarıyla anmak mümkündür .
Söz konusu sülalelerden gelenlerin tamamının vefat kayıtlarını şimdilik elde edebilmiş değiliz. Ancak yine aynı şer’iyye kayıtlarından Yakupoğulları grubundan Ömer’in vefat etmesiyle, verasetinin oğulları Hasan, Osman ve Aziz’e intikal ettiğini; bundan sonra Ömer’in kardeşi Ali’nin vefat ettiğini ve verasetinin oğlu Mustafa’ya kaldığını öğreniyoruz. Bu defa aynı aile grubunun üçüncü erkek evladından olan Emir’in vefat ettiğini ve verasetinin de , oğulları Ahmet, Dursun ve Mehmet’e kaldığını görüyoruz. Yakupoğulları grubunun son erkek aile reisi Mehmet’in vefatı ile mirasçısının sadece Abdullah olarak yazıldığını görüyoruz.
Şeyh Mahmut’un üç oğlundan diğerinin kurucusu olduğu Hüseyinoğulları aile grubundan Hüseyin oğlu Ömer’in vefatıyla ilgili kayıt, dikkat çekmektedir. Onun ölümüyle, bilâ-veled kaydedildiği için, mirası kardeşleri Mahmut ve Osman adlı kişilere intikal etmiştir . Aynı mahkeme kaydının başka sayfasında ise, Hüseyinoğulları grubundan Hüseyin oğlu Mehmet’in vefat ettiği, mirasının oğlu Abdullah’a kaldığı belirtilmektedir. Sonra da Hüseyin oğlu Mahmut’un bilâ-veled vefatı nedeniyle mirasının vefat etmemiş olan Osman’a intikal ettiği ifade edilmiştir .
c)Emir oğlu Şeyh Ömer
1897 yılında yazılmış olan bir kadı/ şer’iyye sicilinde, “Tekye karyesinde defin-i hak ıtr-nâk olan Yakup Halife hazretlerinin zaviyedârlık cihetine ber-vech-i iştirak (olan) Şeyh Ömer’in vuku’-ı vefâtıyla..” şeklinde devam eden notlardan anlaşıldığına göre verâset, şeyhin Süleyman, Mustafa, İzzet ve Salih adındaki oğullarına geçmiştir. Şeyhin oğullarından Salih’in ölmesiyle veraseti oğlu Ömer’e; sonra oğlu Süleyman’ın vefat etmesiyle de veraseti oğulları Mustafa, Kamil, Musa ve Ömer’e intikal etmiştir.
Aynı defterde yer alan bir başka kayıttan anlaşıldığına göre, bu tarihte söz konusu zaviye faaliyetlerini sürdürmektedir. Söz konusu zaviye, şer’iyye kayıtlarında Yakup Halife ve Şeyh Ali Halife şeklinde iki şeyh efendinin isimleriyle tesmiye olunmaktadır. 1900’lü yılların başında zaviye şeyhliğine Ali oğlu Mustafa Halife bakmaktadır.
Şüphesiz, Yakup Halife ahfadından olanlar bundan ibarettir değildir. Bu ailelerden başka, yine aynı zaviyenin mirasçıları olan ve kayıtlarda evlâd-ı vâkıf’tan sayılan Seyyid Bilal, Seyyid Mahmut, Seyyid Halil, Seyyid Reşit benûn-u Seyyid Mustafa ve Seyyid Mehmet..” gibi isimlerinden de söz edebilir. Neticede bütün bu isimler, bölgenin etnik kökenini araştırmak ve öğrenmek isteyen kimselere önemli ipuçları sunmaktadır.
5-Yakup Halife Vakfına Ait Yapılar
a)Yakup Halife Türbesi
Yakup Halife türbesi, şimdi Tekke adıyla bilinen Giresun merkeze bağlı, yukarıda kısa özelliklerini verdiğimiz köydeki mezarlıkta bulunmaktadır. Bu köyün tarihinin, Çepni Türklerinin iskânı ile XIV. yüzyılın başlarına kadar indiğini vergi kayıtlarında yer alan ifadelere bakarak çıkarmak mümkündür. Karadeniz sahilindeki ticaret kolonileri ile Karahisar-ı Şarkî gibi daha içeride bulunan İpekyolu ticaret merkezleri arasında irtibat sağlayan yollardan birinin buradan geçtiğini, Yakup Halife Derbendine mahsus vergi kayıtlarından ve dereler üzerine kurulmuş çok sayıda taş köprünün varlığından anlıyoruz. Dolayısıyla Yakup Halifeye ait olan mezar veya türbenin tarihi de bu zamana kadar inmelidir. Ancak bu günkü haliyle mevcut binanın çok eski olduğunu ileri sürmek mümkün değildir. Halk arasında türbenin 1500’lü yıllarda yapıldığı ifade edilmekte ise de, bu bilgi mevsuk değildir. Halkın anlatımları dikkate alındığında, önceleri basit malzemeden yapılan türbenin, XIX. yüzyılda da son şeklini aldığı düşünülebilir.
Sekizgen köşeli taş malzemeden yapılmış olan türbenin kubbesi kerpiçtendir ve türbe 40–50 metrekarelik bir alan üzerine kurulmuştur. Altı adet dikdörtgen pencere ile aydınlatılan türbenin çevresi düzenli ve açık bir alan olmaktan çok uzaktır. Köy evleri ile türbe duvarı arasından bir insanın yürüyebilmesi bile oldukça zordur. İçinde bulunan ve 3 metreye yakın uzunluktaki üç sandukadan hangisinin Yakup Halife’ye ait olduğu, şâhideler yazısız olduğu için belli değildir. Halk türbe içinde Yakup Halifenin yattığı mezarın batısındaki sandukanın onun hanımına ait olduğunu söyler. Ayrıca sandukaların uzun oluşunu, Yakup Halifenin boyunun gerçekten uzunluğu ile izah eder. Oysa bu durum, mezarların yerinin tam tespit edilmeyişi ile ilgili olmalıdır. Bu sandukalardan birinin –muhtemelen ortadaki- Yakup Halifeye, diğerlerinin, belgelerde Yakup Halife ile birlikte zikredilen Ali Halife ile Süleyman Halife adlı kişilere ait olma ihtimali üzerinde durulabilir.
Türbeye çok yakın bir yerde bulunan eski mezar taşlarının kime ait olduğunu, yazıların çok tahrip edilmiş olması nedeni ile tespit etmemiz mümkün olamamıştır. Ancak, bu kişilerin Yakup Halife zaviyesinin sonraki yüzyıllarda yaşamış şeyhleri olabileceği ihtimal dışı değildir. Türbenin çevresinde bulunan binalarda kullanılan taş ve ağaç malzemelerinin durumuna bakarak, buradaki yerleşimin çok eski olduğu sonucuna varmak güç bir durum değildir.
b)Yakup Halife Değirmeni
Bahse konu köy sınırları içinden geçen Değirmenardı deresi üzerinde ikisi metruk üç değirmen mevcuttur. Bunlardan Yakup Halifeye ait olanı çalışır vaziyettedir. Araç yolunun geçmesi ile köyün tarihî dokusu, mahalleler ve câmii, değirmen gibi ortak hizmet veren üniteler arasındaki ulaşımın biçimi de değişikliğe uğramış ve bahse konu değirmen hayli sapa bir yerde kalmıştır. Türbenin yaklaşık 200 metre daha uzağında bulunan değirmene oldukça eğimli bir araziden, fındık bahçelerinin içinden geçen patika yol ile ulaşılabilmektedir. Büyük kayalar ile çevrilmiş, dere yatağına kurulmuş değirmenin mimarî bir özelliği yoktur. Değirmen ile ilgili halkın naklettiği efsane rivâyetlerden birini yukarıda arz etmiştik. Halen çalışabilir durumda olan değirmenin unundan /suyundan şifa umanlara, hastalığına derman arayanlara da rastlamak mümkündür. Nitekim değirmenin yanında, mihmandarımız yaşlı Mustafa Turan’nın çocukluğunda diktiğini söylediği ceviz ağacının dallarındaki çaput-bez-iplik parçaları bu durumu kanıtlar niteliktedir.
c)Câmi ve İmâret
Yakup Halife zaviyesine bağlı câmii, şimdi Tekke köyünün bir mahallesi olan ve vakfiyelerde adı geçen Guraba mahallesinde yer almaktadır. Söz konusu câmiinin yıkılıp yakın bir zamanda yeniden yapıldığı, eski yapısından her hangi bir kalıntı olmadığı anlaşılmaktadır. İmaret binası ise Çatak Mahallesi içinde, mezarlık ile türbenin batısında yer almakta imiş. Şimdi köy sağlık ocağı ve lojmanının bulunduğu bu yer üzerinde eskiden kazan kaynatıldığını halk anlatmaktadır.
6-Yakup Halife Derbendi ve Köprüler
Vergi-nüfus defterlerinde Yakup Halifenin adıyla anılan köprülerin, hangi akarsular üzerinde ve kaç adet olduğu konusunda kesin bir rakam verebilecek durumda değiliz. Ancak bunlardan bazılarının Aksu deresi ve onun kolları üzerinde kurulmuş köprüler olduğunu söyleyebiliriz. Tekke köyü mücavir alanı içinde kalan köprülerin bir kısmı, hazine avcılarının ve doğanın tahribatına rağmen halen ayakta durabilmektedir. Bir kısmının ise yıkıntıları mevcuttur. Giresun-Dereli kara yolu üzerinde yer alan tek gözlü kesme taştan inşa edilmiş Çay köprü ile Yağmurca ile Homurlu köyleri arasındaki Yavşan köprüsü ve Dereli ilçe merkezinde bulunan Hanyanı köprüsü de, defterlerde Yakup Halife Derbendi diye anılan derbent teşkilatına bağlı kalıntılardır. Söz konusu köprülerin başlangıçtan beri taştan yapılmış eserler olduğunu iddia edemeyiz. Zira alan araştırması yaptığımız Giresun yöresinde, tarihi eserlerin taş malzemeden yapılmış olanları genellikle XIX. yüzyıla aittir. Ayrıca taş işçiliğine dayalı sanatın, bölgeye göçmen olarak gelen unsurlar tarafından taşındığı halk arasında yaygın bir kanıdır. Bu durumda tahrir defterlerinde anılan bu köprüleri, bölgede örneklerine az da olsa rastladığımız ahşap yapılar olarak kabul etmek daha doğru olacaktır.
Kısaca hakkında bilgi sunduğumuz bu köprüler aslında, Osmanlı derbent ve yol sisteminin bölgedeki uygulamasından kalıntılar olarak karşımızda durmaktadır. Bölgeye ilişkin çalışmalarımızda çoğu kez sözünü ettiğimiz Karahisar Ticaret yolunun bir uzantısının geçtiği bu yörede etkinlik göstermiş olan Yakup Halife Zâviyesi’nin ilginç yanlarından biri de derbentçi olmasıdır. Önemli bir nokta olarak gördüğümüz için bu konuyu biraz açmak istiyoruz:
Derbent kelimesi, dilimize Farsça’dan geçmiş, geçit anlamına gelen der ile tutmak anlamına gelen bent kelimelerinin terkibi ile oluşturulmuştur. Sözlüklerde dağlar arasındaki geçit, boğaz ve küçük kale şeklinde tarif edilmiş olup, aynı zamanda istihkâm olan yerler için de bu kelime kullanılmıştır. Bu kelime halk dilinde devret veya dervend şeklinde telaffuz olunmaktadır. Derbent ve geçit anlamında Türkçe’de kullanılan kelime ise belendir. Belen kelimesi yüksek ve dik bayır üzerindeki yolların geçiş noktasını anlatmak için kullanılır. Kelimenin aslı ise halk dilinde beldir.
Bu günkü anlamda polis ve jandarma teşkilatı bulunmadığı için Osmanlı’da yolların ve geçitlerin emniyeti derbentçiler tarafından temin ediliyordu. XVI. Yüzyılda ortaya çıkan Celâli isyanları nedeni ile yollarda can ve mal güvenliğinin kalmaması ve buna bağlı olarak sosyal düzenin bozulması yüzünden bu kuruma duyulan ihtiyaç daha da artmıştır. Gelişmiş bir derbent teşkilatında, dört tarafı duvarla çevrilmiş küçük bir kale içinde han, hamam, câmi, mektep ve dükkânlar bulunur. Ancak bu yapılanma genellikle Anadolu’nun iç kesimlerinde düz ve açık alan niteliğine sahip, büyük yollara muhatap olan yerlerde tesis edilen derbentler için geçerli bir durumdur. Coğrafyası, iklimi ve toplumsal yaşamı oldukça farklı olan Karadeniz bölgesinde tesis edilmiş olan derbentler bu tarife pek uygun düşmemektedir. Zira yukarıda zikredilen hizmet unsurlarının tamamı kale ile çevrilmiş bir yapı içinde bulunmaktadır. Oysa Karadeniz bölgesinde küçük de olsa örneklerine rastladığımız derbentlere bağlı köprü, mektep, câmi ve bazen zaviye bir kale içinde yer almaz; bunlar derbende konu olan yolun durumuna göre bir birinden uzak ama bir küçük palangaya (kale) veya zaviyeye bağlı olarak hizmet vermişlerdir. Bu nedenle derbentçi yazılmış olan köyler de yolun geçtiği vadi veya güzergâh etrafından seçilmiştir.
Yollarda belirli güzergâhlarda bulunan derbentler, yolcu ve tüccarların güvenlik içerisinde barınmalarına ve dinlenmelerine yardımcı olurdu. Bu tesisler bölgede genellikle zaviye vakıflarının bir parçası şeklinde örgütlenmişlerdir. Bizim inceleme alanımızda büyük kervansaraylara rastlanmaz, ancak tâli yollar üzerinde kurulmuş çok sayıda han ve derbentlere ait kalıntılara rastlamak mümkündür. Zengin veya fakir olmaksızın bütün yolcular buralarda geceleyip kendilerine bir kap çorba ile ekmek ve kandil, hayvanlarına da yem verilirdi.
Yakup Halife Derbendi’ne konu olan ticaret yolundan doğrudan bahsedilmemiş olsa da vergi defterlerinde “bâc an râh-ı Karahisar-ı Şarkî” ifadesiyle bâc vergisine yer verilmesi, Karahisar ile Giresun arasında faal bir ticaret yolunun olduğunu göstermektedir. Bu yolun şap madenini kara yoluyla iskelelere taşımak yanında, hac kafilelerine ve yaylacılara da hizmet verdiğini düşünebiliriz. Yolun takip ettiği güzergâhı genel hatlarıyla ortaya çıkarmak imkânsız değildir. Aksu vadisinin denize ulaştığı bölgede, Çaykara köyü yakınlarında yöre halkının Devred diye andığı mevki, bahse konu Yakup Halife Derbendi’nin Giresun kalesine yakın bir noktasını, Yağmurca köyü ile Homurlu arasındaki Yavşan köprüsü ise, bu noktadan Tekke köyüne uzanan yolu işaret etmektedir. Tekke köyünde yer alan Çay köprü, Kemer köprü ve Dereli ilçe merkezinde bulunan Han-yanı köprüsü bu yolun en önemli kalıntıları olmalıdır. Yöre halkı bu yolun devamını Geyrez köyü, Kuşluhan kalesi, Güdül hanı, Semâyil köprüsü, Kümbet boğazı, Şehitler, İsola kalesi ve Şebinkarahisar şeklinde tarif etmektedir ki, Karahisar üzerine bir çalışması ile tanıdığımız H. Tahsin Okutan da bu tevatür bilgiyi doğrulamaktadır. Okutan, Karahisar Şosesi dediği, Giresun-Karahisar arasındaki umumi yolun başlangıç noktasının Karahisar kasabası olduğunu; bir başka kolun da derin vadiler ve sık ormanlardan geçerek, Eğribel Dağının Cankurtaran mevkiinden geçerek 118. kilometrede Giresun’a ulaştığını nakleder.
7-Sonuç ve Değerlendirme
Karadeniz Bölgesinin bir nevi Uc bölgesi olduğu dönemlerde Yakup Halife, Alp eren, Gâziyân, Ahiyân ve Abdalân-ı Rûm sıfatıyla fetih faaliyetlerine katılmış Türk beylerinden biri, gâzi bir Türk dervişidir. Fethettiği yöre de kılıç hakkı olarak kendisine ve zaviyesine tahsis edilmiştir. Osmanlı Devleti bölgeye egemen olduktan sonra, onun soyundan gelenlerin ve zaviyesine hizmet edenlerin imtiyazları genişletilmiştir. Yakup Halife Zâviyesi câmii, köprüler, derbent ve gelen-geçen herkesin yiyip içtiği konakladığı imâret gibi zaviye yapılarından oluşan geniş bir kurumdur. Bu zaviyenin giderlerini karşılamak üzere vakfiyede ve tahrirlerde adı geçen yukarıya arz ettiğimiz köylerin vergilerinin ya tamamı ya da bir kısmı vakfedilmiş; bazı köylerin de halkı bu zaviyede ve derbentte hizmet vermek üzere görevli yazılmıştır.
Söz konusu zaviye, Osmanlı idaresinden önce kurulmuş; yörenin güvenliğini sağlayan, imar ve iskân işlerini koordine eden, bölgeden geçen yolların ve köprülerin bakım ve onarımını sağlayan, nihayet halkın dini yaşayışına yardımcı olacak irşat faaliyeti yapan çok yönlü özelliğe sahip bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bütün bu yönleri ile zaviye, devlet otoritesini ve sosyal güvenlik kurumlarını temsil konumundadır. O günün fiziki ve sosyal şartlarında çok güzel organize olmuşlardır denilebilir.
Konunun sona erdiği bu noktada, kendimizi bir tespitin sunulması hususunda mecbur hissediyoruz. Ne yazık ki, bu türden kurumların değişen sosyoe-konomik şartlar nedeni ile; imâret, derbent ve irşat fonksiyonlarının ortadan kalktığını ve asıl amacının unutularak tarihî sürecin onları feodalleşmeye ittiğini görüyoruz. Bu durumu; asli fonksiyonları kolay icra edebilsinler diye devlet adamları tarafından tahsis edilen vakıf yerlerin ve akarların mirasçılar arasında taksimine dair şer’iyye sicillerinden kolayca izlemek mümkündür.
Yazı: Mehmet FATSA (Araştırmacı-Tarihçi Yazar)