-1-
Millet denilen topluluğu meydana getiren maddî ve manevî unsurların en mühimlerinden biri de dildir. Bir yerde dil varsa, orada bir millet vardır, yoksa, o topluluğun adına millet değil, birbirini güç anlayan ve en ufak meselede birbirlerinden kopup çözülüveren kuru bir kalabalık demek daha doğru olur. Dil arzular, düşünceler ve gayeler arasında bir çeşit köprü vazifesi gördüğüne göre, bunları bir araya getirip perçinlemek gibi bir vasfa da sahiptir. Bu çok esaslı bir noktadır. Bu sayededir ki tarih boyunca siyasî hüviyetlerini kaybetmiş bir çok milletler, millî heyecanlarını muhafaza edip dağılmamışlar ve günün birinde tekrar bir varlık olarak ortaya çıkıvermişlerdir. Şu halde bir milletin büyüklüğü, dilinin büyüklüğü ile ölçülür denirse hatâ edilmiş olmaz. Nitekim, medeniyet ve ilim dünyasında ileri gidebilmiş olan milletlerin hepisi bu hakikati anlamak hususunda bizi en aşağı üç yüz yıl geride bırakmışlar, zaptetmek istedikleri ülkeleri silâhla ele geçirmeden önce, oralarda her şeyden önce bir dil sömürgesi kurmuşlardır. Napolyon’un çok güzel bir sözü vardır: “Kelimelerin girebildiği yerde silâh patlatmaya lüzum yoktur” der. Bu münakaşa götürmeyen bir hakikattir. Tarihte en uzun ömürlü fetihlerin dayandığı nokta silâh değil, daima dil olmuştur. Bu fetihlerde her kelime itina ile seçilmiş bir büyük elçi rolünü oynamış, girdiği yerde kalıcı izler bırakmış, nihayet orada öyle bir hâkimiyet kurmuştur ki, arkadan gelen ordulara yapılacak bir iş bırakmamıştır. Günümüzde de vaziyet değişmemiştir. Ve dil her zamankinden daha tesirli bir hale gelmiştir.
…
Şimdi geri kalmış milletler bir göz atalım. O memleketlerde büyük dillerden birinin nesillere her yoldan hâkim olduğunu görüyoruz. “Evet” yerine “yes” veya “oui, ok", sevgilim yerine “my darling” diyen bir neslin, kendi benliğini bile unutup, yarı çıplak sokaklara dökülüp ve o milletten ortada sadece isimlerinin kalması yalnız iktisadî bir bozukluğun neticesi olmaktan çok uzaktır.
…
“Allah”ı, Tanrı, “bey”i bay, “alaka”yı ilgi, “acele”yi ivedilikle, hele o canım “rüya”yı çüşten farkı olmayan düş, “hatıra”yı anı yaptılar. Güya bunlar hakikî Türkçe kelimelermiş! Ya ötekiler? Onlar Arapça, Farisice, yani bizden olmayan yabancılar. Halbuki asıl o kelimeler Türkçedir. Çünkü onlar aslında milliyetlerini çoktan kaybetmişler, gerek ses, gerek mânâ itibariyle bizim malımız olmuşlardır.
…
Devamı gelecek yazımızda…