İnsanlar vardır bir derya gibi, insanlar vardır bir gayya gibi. İnsanlar vardır peygamber izinde, insanlar vardır iblis çizgisinde. İnsanlar vardır hâk yolcusu, insanlar vardır batıl kolcusu. İşte bunları tanımak bizim yaradılışımıza uygun hareket edip etmediğimize de bağlıdır.
Zıtlıklar olmasa idi doğrular da olmazdı ve dahi bulunamazdı.
"Vakıf” insan başka bir yönü ile "vâkıf” insan… Sakın ola ki, "sıra” ve "sıradan" insanları bunlar ile karıştırılmamalı ve mutlaka "vakıf insan" ile “vâkıf insan”ların dinleyicisi, müdavimi, aşığı, yoldaşı olmanın yolunu aranmalı ve bulmalıyız.
Çünkü, "vakıf” ve “vâkıf" insanlar, ilmi ile âmil ve bildiklerini vahy süzgeçlerinden geçiren ve insanlara ihtiyaçları ve kapasiteleri, yani kapları kadar aktarmasını bilen insanlardır. Bir başka ifadeyle, bu tip insanlar, kaşıkla verilecek kişiye kaşıkla, kepçeyle verilecek kişiye ise kepçeyle verenlerdir. Ehl-i hâl insanlardır.
Oysa "sıra" ve “sıradan” insanlar, sadece gördüklerini ve duydularını taklit ve aktarma istidadında ve iktidarında olan birer posta gibidirler. Duyarlar ve söylerler. Bir kulaklarından girer, diğer kulaklarından çıkar veya dillerinden akar gider. Kalplerine sirayet etmez sözler ve haller.
“Sıra” ve “sıradan” insanlar, sağdan soldan okuduklarını, şundan bundan duydukları malumatları; bilgi ve bilgi kırıntılarını olduğu gibi aktaran, yani hiçbir fikir eleğinden, düşünce süzgecinden geçirmeden, bilgi ve bulgu diye olduğu gibi çevresindeki insanlara veya ulaşabildiklerine postalayan kişilerdir.
Bu hâl ve ameldekiler, insanları sadece vitaminle beslemeye kalkışan ve onların bağırsaklarının tıkanmasına sebep olan acemi annelere veya yeni yetme diyetisyenlere benzerler. Bunların hiçbir fikrî çileleri olmadığı gibi, iman-amel bütünlüğü ve uyumluluğu olan insanların pratiğine dair derinlemesine bilgileri de yoktur.
“Sıra” ve “sıradan” insanların, genç insanlara faydadan çok zararları vardır ve zararları dokunur. Çünkü, bunların fiilleri, "ihya" ve "inşa" değil, olsa olsa "denetleme" ve "yemlendirme"dir.
Hakikaten "vakıf” ve “vâkıf" insanlar çevrelerine aldıklarını, dizleri dibine oturttuklarını, sohbetlerinden istifade ettirdiklerini kelimenin tam anlamıyla iyiyle, güzelle, doğruyla, hâk ile ve hakikatle ihya ederler; ya da alıcılarının istidatlarına göre, iyiye, güzele, doğruya, hakka ve hakikate yönlendirirler.
"Sıra” ve “sıradan" insanlar ise çevrelerine aldıklarına, dizleri dibine oturduklarına ve sohbetlerinden istifade ettirdiklerine iyi, güzeli, doğruyu, hâk ve hakikati verdiklerini sanırlar; fakat hiçbir şekilde insanların istidatlarını hesaba katmadan ne yaptıklarının şuurunda da değildirler.
“Sıra” ve “sıradan” insanlar isteseler de, muhatap olduklarının ihtiyaçlarını, istidatları kavrayacak ve değerlendirecek bir kabiliyete ve gönül ve bilgi derinliğine sahip değillerdir.
Çıkınlarında daha çok noksanlıklarından ve cılızlıklarından neşet bulan; arkasına sığındıkları "yasak" kelimesi vardır.
Münakaşadan, mütalaadan ve münazaradan asla hoşlanmazlar. Bekledikleri odur ki, ne söylemişlerse o doğru olarak kabul görsün, hıfzedilsin ve bir başkasına yalnızca o aktarılsın. Yani demek isterler ki,"üzümünü ye de, bağını sorma".
“Vakıf” ve “vâkıf” insanlar bal yapan arılar gibidirler. Kendilerine verilen ilahi emir gereği, hangi zaman diliminde, hangi çiçekleri dolaşacaklarını ve çiçeklerden derute ettikleri bal özünden ne tür bir bal yapacaklarını bilirler. Dağdan, taştan, ovadan, kırdan hülasa her yerden şifa toplarlar ve dağıtırken de şifa verirler.
“Sıra” ve “sıradan” insanlar, su taşıyan borudurlar veya hayatı yemeden, içmeden ibaret sanan mahlûk gibidirler. İçlerine neyi koyarsanız onu karşı tarafa aktarırlar; içindeki kloruyla, kumuyla, kireciyle ve yosunuyla; ıslah olmamış bedeni ve ahlakıyla... Bir elekleri ve süzgeçleri yoktur “sıra” ve “sıradan” insanların. Onlar akıllarına ilk gelen, ya da önlerine ilk çıkan her kaynağa, bilgi ve bilgi kırıntılarına “hortumlarını” uzatmışlar ve zanlarınca bir güzel yüklemişlerdir kendilerini. Sonra ne mi olacak? Hazmedemediklerini sağa sola boşaltacaklar ve etrafındakileri zehirleyeceklerdirler.
İçinde mikrop varmış, kum varmış, kireç varmış, yosun varmış; ahlaksızlık varmış, tefrika varmış, irtikâp varmış, haram varmış ne gam, ne keder…
Başta dediğim gibi, "vakıf” ve “vâkıf" insanlarla, "sıra ve sıradan" insanları asla ve kata birbirlerine karıştırılmamalı ve çok zor da olsa, mutlaka "vakıf” ve “vâkıf" insanlar aranmalı, bulunmalı ve onların rehberliğine rağm olunmalıdır.
Elbette birincisini bulmak kolay, asıl ve asil olanı bulmak ise, gerçekten de, zor ve niyetimize de bağlıdır. Ama “imkânsız” demedik. Zorluklar; sıradanlık, muhataplık, yaradılışın gayesini künhü ile idrak etmişlik farkındandır.
Sıradanlaşmadan bu büyük kalite ve keyfiyet farkını fehmedemesek; kazananlar bizler değil onlar, yani "sıra” ve “sıradan" insanlar olur.
Uzun çağlardan beri ne yazık ki, en büyük kaybımız, “vakıf” ve “vâkıf” insan tipi ile “sıra” ve “sıradan” insanlar arasındaki farkı gereği gibi kavrayamamış olmamızdan, "vakıf” ve “vâkıf" insan arayışında gerekli itinayı ve sebatı gösterememiş olmamızdan kaynaklanmaktadır.
Siz hangisinin peşindesiniz veya hangisini aramaya başladınız?
Site Editörü