Ben, bir köyde öğretmen olsaydım her şeyden önce o köyü ve köylüyü severdim, sayardım; her türlü olumsuz şarta rağmen severdim ve sayardım. Severdim ki, kendilerine hizmet verebileyim. Sevmediğim yere ve sevmediğim insanlara nasıl hizmet edeceğim, değil mi? Unutmayalım ki her başarının temelinde sevgi ve saygı vardır.
Hele, Allah için olan sevginin açamayacağı kapı yoktur. Köyün yerini, havasını-suyunu, imkânlarını ve imkânsızlıklarını şehre olan yakınlığını ve uzaklığını, halkının yoksulluğunu ve zenginliğini, halkın bana olan ilgisini ve ilgisizliğini severdim. Her şeyde bir hayır arardım; "Olanda hayır vardır" derdim. Köyün, şehirden daha iyi olduğuna inandırırdım kendimi. "Benim yerim, yurdum, mekânım burasıdır" der, işe koyulurdum. Her şeyden önce okulun fiziki durumunu gözden geçirir, yapılması gerekenleri yapardım. "Ey veliler! Para verin şu işleri yaptıralım" demezdim. Velilerden para istemezdim. Yapılması gerekenleri yapmaya başlardım; köylüler de gelir, yardım ederlerdi. "Ben, bu köyde kalıcıyım; siz, şehirlere hicret edip gitseniz de ben, burada kalacağım" derdim. Buna köylüyü inandırırdım. Emekli oluncaya kadar o köyde kalacakmışım gibi girişirdim işe. Emekli oluncaya kadar hatta ölünceye kadar da kalırdım o köyde.
Okul çok bakımsız ise, tamir edilmesi gerekirse, arkadaşlarım ile beraber, tamir ederdim; yerine yenisinin yapılması gerekiyorsa eğer, yapardım; yapacakları aradım, bulurdum. Yaparken de atalarımın planını uygulardım. Geniş bir arazi üzerine yapardım okulu. Etrafında güzel bir bahçesinin olması için çalışırdım. Bahçenin bir kenarına öğretmenevi yapardım; diğer kenarına da okuma yeri, internet evi, spor salonu, çay ocağı gibi şeyler yapardım. Yaptığım bu binaları en güzel malzemeden, en güzel kalitede yaptırırdım. Osmanlı metodunu uygular, yaptığımı bir kere yapardım.
"Biraz hayal pilavı yiyorsun, bütün bunları nasıl yaptıracaksın, parayı nerden bulacaksın?" diye söyleyen arkadaşlara; "Yapımına başlanmış da yarım kalmış bir okul var mı?" diye cevap veririm. Onların bana sordukları soruya, ben de soru ile cevap veririm. Evet, dünyanın hiçbir tarafında yarım kalmış, yapılmamış, bitirilmemiş bir okul, bir hayırlı hizmet gösteremezsiniz. Yeter ki siz başlayın.
Okul inşaatını bitirdikten sonra diğer hizmetlerimi başlatırdım. Görevimi hiç aksatmam, günde altı saat dersime girerdim. Öğrencilerin ve velilerin kalabalık olduğu yerlerde çok kısa sohbetler yapardım. Özel insanlarla, özel konuşurdum. Kimseyi kızdırmaz ve kimseye kızmazdım. Köyün ortak işlerine gitmeyi hiç aksatmaz, köyün çocuklarını çocuklarım gibi görürdüm. Öğrencilerin evime gidip gelmesine ve arı kovanı gibi kaynamasına çalışır, öğrenci velileri için her ay seminer düzenler; sohbet saatleri tahsis eder, onları bilgilendirirdim. Köyün hepsine aynı davranırdım. Okuma yazma bilmeyene okumayı ve yazmayı öğretirdim. Hatta ve hatta eski yazıyı (ben açıkça eskimez olduğuna inanıyorum, başkasını bilemem), Osmanlıca okuma-yazmayı belletirdim.
Okuma ve yazmaya (hayata, dünyaya, kendime) önem verir, faydalı işlerin üzerinde çok dururdum. Bunlara önem veren ve bunları bilenlerden, yapanlardan ve yaşayanlardan yardım alırdım.
Köyümüzden olup dışarıda okuyan lise ve üniversitelerde tahsil gören öğrencilere iltifatlarda bulunurdum. Onları, büyük işler başaracaklarının farkında olmaları konusunda iknaya çalışırdım. Güzel insanlarımızdan misaller verirdim. Köyüne, çevresine ve ülkesine faydalı olacakları alanlara yönelmelerini isterdim. Her birinin fıtratlarına uygun meslekler seçmeleri gerektiğini söylerdim.
Köyümün küçük bir Türkiye, küçük bir dünya olması için elimden geleni yapardım. Teknolojiyi bir üstünlük ve eğlence aracı olmaktan çok, hikmete ve hayata ulaşma aracı olarak kullanırdım.
Köyde bir bahçem olurdu. Kendi meyve ve sebzemi orada yetiştirirdim. Hormonlu değil, tabii meyve ve sebze yerdim. Bunun yanında arıcılık yapardım. Sütünden, yumurtasından istifade edeceğim hayvan bakardım.
Bütün bunları başarabilmek için gece-gündüz çalışmam gerekiyor, değil mi? Ben de çalışırım. "Çalışan kul mahrum kalmaz" demiyor muyuz? Rabbim de; "İnsana ancak çalıştığının karşılığı vardır" buyurmuyor mu?
Ben böyle bir köy öğretmeni olduktan sonra siz bana dünyalık en üstün makamı verseniz bile, gitmem. Ah! Öğretmenliğin, Peygamber mesleği olduğunu bir de öğretmenlerimiz anlasa... 12.12.2005.
A.Tesnimî